18.12.2011

bugün pazar hava kapalı hastanedeyim bi de annemi özledim

bu hafta nasıl geçti anlamadım. hiç nöbetim yoktu ama yine de tüm kaslarım ayrı ayrı ağrıyor. bugün nöbete gelirken çok zorlandım. havadandır heralde. perşembe akşamı sevgilimin annesi geldi ankaraya. onu ziyarete gittik. cuma akşamı arkadaşlarım geldi evimizi hayırlamaya. bize çok güzel bir saat almışlar. saat istasyonlarda takılı olan iki taraflı yuvarlak duvara monte saatlere benzetilmiş. tabi biz ikimiz de çok becerikli olduğumuz için bir çivi çakmak amacıyla duvarda 5 ayrı yıkık alan oluşturabildiğimizden gelmişken bir de takar mısınız dedik. çocuk insaat mühendisi elinden gelir nasılsa dedik. yarım saat insanları koltuk tepelerinde matkaplar tornavidalar elektrik süpürgeleriyle dolandırdık. tabi biraz da mahcup olduk. ama çok güzel oldu. dün sabah da emrahın annesi dayısıgil filan geldiler kahvaltıya. geldiklerinde saat 12 buvuk olmuştu. ben 10a kadar uyudum emrah hazırlamış her şeyi. sonra ben de kalktım. portakal suyusıktık. bekle bekle gelene kadar bari börek yiyelim dedik. kendimize sallama çay yaptık. sonra playstation oynadık. little big planet diye bir oyun. çok güzel bir oyun. aaa koridordan bağırışmalar geliyor. birileri kavga ediyor yine. hasta yakınları ve hemşirenin sesi sanırım. neyse ben gidip bi bakayım... tam geri dönmüş bi cümle yazıyordum ki odamın kapısı açıldı bi hasta kötüleşmiş. koştuk baktık teyze tuvalete kalkınca byığılmış. genel durumu iyi, 50 yaşlarında bi kadıncağızdı. ek hastalığı yoktu. parkinson nedeniyle yatıyordu. hemen yoğun bakıma çektik,entübe ettik, tam 1.5 hatta 2 saat resusitasyon yaptık. ama teyzem geri döndü. şimdi stabil durumu. inşallah toparlar da yoğun bakımdan çıkısını görürüm. bu arada benim yukarıda sorumlu olduğum ara yoğun bakımda bir sürü işim vardı, acilde dahiliye yoğun bakımda hastalar için beni arıyorlardı. ve biz akşam 6ya kadar yemek yicek vakit bulamadan koştuk durduk. neyse şimdi biraz sakinleştik. inşallah bu günlük bu kadardır. yarın akşam olsa da evime gitsem...

5.12.2011

emel sayın konseri

4 yaşımdayken, emel sayın TV 1 ekranında muhteşem sarı saçları ve mavi gözleriyle bir prenses edasıyla şarkı söylerken ben, zeki mürenin amca değil de teyze olduğuna annemin el kadar çocukla dalga geçtiğini bilmediğim haylaz arkadaşını inandırmaya çalışırken, mide bulantımı araba teybine takılan mavi kağıt çıkartmalı barış manco kasetiyle kendimden geçerek geçirirken... işte 4 yaşımdayken.... o çok, en güzel zamanlarında yaşamımın, zümrüt gibi parladığı, hayatta zümrüdü anka kuşlarının olduğuna inanırken hala...gözlerimi dikmiş hayran hayran izlerken ve yalnız kaldığımda her hareketini taklit ederek eşlik ederken. emel sayın hep o şarkıyı söylerdi. yağdır mevlam su...
24 sene.
aradan geçen zamana bakınca kendimi tıpkı şarkıda söylenen kurumuş topraklar gibi hissediyorum.
Ankara'ya gelmiş! internetten gazete okurken gördüm haberini. sanat yılının 45. yılını kutlayacakmış. ilk ankara radyosunda başlamış.
.........emrah, emel sayın geliyormuş gidelim mi?
emrah çok da istemeyerek olur dedi. biletimizi aldık ve gittik. yaş ortalamasını söylememe gerek yok sanırım. konser başladı. uzaktık sahneye, öyle ayrıntıları secebilecek bir mesafede olmadığımdan uzaktan sadece sarı saçlarını ve değiştirdiği kostümlerin parıltısını görüyodum. konser başladı. öyle sandığım kadar güzel olmadı. bilindik türk sanat müziği sarkıları, her yerde dinleyebileceğiniz türden. ve çok bağıran bir orkestra ardında kalmış emel sayın. ama bu emel sayın işte, çocukluğumun kahramanı, o kadarcık halimle beni duygulandıran bakışlarımı bilmediğim uzaklara daldıran...
sonra o başladı. benim şarkım. yağdır mevlam su. yüzümde kocaman bir gülümseme ve yanaklarımdan süzülen yaşlarla, 24 sene önceki küçük kızın tüm güneşli günlerini yeniden gözlerimin önüne serdi.
iyi ki dedim, gelmişim. asla unutmayacağım 3 dakikalık sarkı 3 saatlik sıkıcı konsere deydi.
hala söylüyorum ,yağdır mevlaaam suuuuu....

1.12.2011

bir ankara kısı ve soğuğa atıf, behzat ç.

seneler önce, fakülteye kayıt yaptırmaya geldiğimde hiç sevmemiştim ankarayı. ikametleri mevcut akrabalar dolayısıyla hemen hemen her sene bir ziyaret yaptığımız ve o zamanlarda sevmekle ilgili bir kaygımın olmadığı bu şehirde arabayla dolanırken annem etrafına biraz baksana hiç mi merak etmiyosun yaşayacağın şehri demişti. hiç unutmuyorum, dizlerim kırıp bacaklarımı arka koltukta toplamış , bakışlarımı ön koltuğun başlığına sabitlemiş oturuyordum. sanki pencereden dışarı bakmayınca artık ankarada yaşama gerçeğimi reddetmiş oluyordum. kendi kendine bir kaçınma mekanizması muhtemelen. sonra yıllar geçti geçerken yalnız günler, yeni arkadaşlar, artık konusulmayan arkadaşların üstüne başka yeni arkadaşlar,aşklar, sevgililer derken alışıp gitmiştim. birinci sınıfta iki haftada bir adana otobüsüne biner 7 saati varacağım şehrin güzelliğini, evimin sıcaklığını hayal ede ede pencereden dışarıyı mutlulukla izleyerek giderdim. tabi sonraları ayda bire düştü. ama ben ankarayı yine de sevmedim. soğuğunu karanlığını uzaklığını ... 10 sene geçmş. o günlerden bu günlere. 2 yurt 3 ev ve arada 3 şehir değiştirdim. şimdi 4. evimde 6 senelik sevgilimin eşliğe terfi ettiği yeni medeni halimle ikamet ediyorum. ve behzat ç. nin dizi müziklerini dinlerken anlıyorum ki artık bu şehir , hem de en sevmediğim yönleriyle ,soğuk ve karanlık kışıyla, içimde bir yer etmiş. sevmek ? bu arada ben pilli bebeği bir kız sanıyordum . halen de bir erkek topluluğun adının pilli bebek olmasını yadsıyorum. ama şarkıları 10 numara.