5.12.2010

geçen sene bugün...

kalabalıktı ev. şehir dışından gelen misafirler,emrah ve ailesi akrabaları... utanmayla karışık bir telaşs ve endişe vardı içimde. mutlu hissetmiyordum kendimi. utana sıkıla diyordum bugün böyle geçecek. sevdiğim çocukla nişanlanıyor olmanın neresi kötü? ama hissettiklerim sevdiğim ailemden bir adım uzaklaşacak olmanın verdiği sıkıntıydı. babamdan ayrılmanın verdiği üzüntü. ve utanma. neden utandığımı çok da kesitremesem de utanıyodum işte. bu saatlerde annem beni kuaföre gitmem için zorluyordu. arkadaşlarım,kuzenlerim birileri daha. kuaförün yolunu tuttuk. herkesin saçları yapılıyor herkes birbirine çok güzel oldun aa bu saç sana çok yakıştı filan diyordu. ben bi türlü naptıracağıma karar verememiştim. istediğim saç modeli benim kısa saçlarıma uygun değilmiş. ama ben bi tek onu istiyordum. evinden kuaförümün eşi geldi. onun daha becerikli ve sarımsak kokan ellerinin altında saçlarıma verilen absürt şekillerin nihayetinde o dergideki kıza benzeyeceğim konusunda mütereddüt oturup aynada kendi yüzümü izliyordum. kuaförüümn elleri misafirlerine yemek yaptığı için sarımsak kokuyormuş benden özür diledi. asıl ben tatil günü seni evinden getirttiğim için özür dilerim dedim. hepimiz güzel olduğumuza ikna olduktan sonra çıkmıştık kuaförden. eve geldiğimde babacığım kova kova güller göndertmiş annemler de onlara uygun saksılar vazolar ayarlamaya çalışıyorlardı. heryeri gül kokusu sarmıştı. ve telaş. bir yandan mutfaktan salondaki büyük masaya üçer beşer taşınan yemek ve meze tabakları bir yandan balkonda pişmeye devam eden et kavurma. koca bir kazanda et kavruluyordu. gül kokusuyla karısık et kokusu. hadi giyin dediler. uzun uğraşılar sonunda aldığımız elbisemin içine girip fermuarını çektiğimde pijamalarımı giyinip yatağın içine girmke istiyordum. ama ne çare. misafirler geldi dediler. yani emrahlar gelmişti. ailesinden ilk defa gördüğü insanlar,ellerini öpmem ben ha ona göre diye dolanıyodum etrafta. hatırlamıyorum ben ilk ne vakit girdim salona hoşgeldiniz deyip çıkmıştım heralde. nişan yüzükleri takılmadan önce bana sürpriz yaptıkları eski fotoğraflardan oluşan kısa hayat hikayemi izlettiklerşidne ağlıyordum allahtan karanlıktı. sonra yüzükler takıldı, alkışladılar. nişan pastası geldi,kestik. arkamda piyano çalan adamın ellerinden dökülen notalar önümde gülümseyin diye şak şak patlayan flaşlar... ve akşam olup da herkes gittikten sonra babamın yanına uzanıp uykusuz gözlerimi tavana dikmiş havlayan köpekleri dinlemiştim. herşey o kadar güzeldi ki.... ve üzerinden 1 yıl geçti. bugünse sessizlik hakim evimizde. hepimmiz solgun yüzlerle çevrilmiş yorgun gözlerle bakıyoruz hayata. sevgilim, 1 senedir ssna hüzünden başka bir şey getirmedim. üzgünüm. ama elimden ne geliyor ? 5aralık,2010...kutlu olsun...

bela okuma kızım

derlerdi eskiden. dönüp dolaşıp sana geri geleceğini söylerlerdi. ya da günah olduğunu. artık kimse sesinin çıkartamıyor. ben dilediğim gibi lanet ediyorum. işte bubir özgürlük ha? özgürlük haneme bir atrı koyuyuorum. hey ne mi yapıyorum? bardağa dolu tarafından bakıyorum. dolu bardak, dopdolu. taşar oldu. ah bardak sen benim masallarımın yanında masada eşlik ederdin küçücükken. bir yarım su ile. şimdi senden dahi nefret ediyorum. hiç dü düşünmemiiştim ama şimdi çocuğum olursa adını özgür koyacam. ne demekmiş bir anladım ki. lanet olsun... şimdi bu hakim ve hakime kişileri karar açıklıyor ya. tahliye olsun olmasın. eksik! kızları nasıl yaşayacak onu da açıklasınlar. başvuruda bulunucam. bir dilekçe örneği hazırlayım. kızları nasıl yaşayacak sorusunun ekte gösterilmesi diye. yeni bir tasarı hazırlarla önce sonra mecliste bi gruptan bi üst gruba basamak basamak tarışaarak çıkarlar. sonra yüce meclise sunarlar bilmem ne komisyonuyla. sonra kabul edenlerle etmeyenleri anlaştıramadıklarından ertelerler tartışmayı. araya bir iki resmi bayram filan girer. neticelendiğinde biz heralde 8. duruşmada filan oluruz. o zamna kadar benden geriye ne kalır bilen? ben bir fosilim, katmanlar arasına sıkışmış.. tarih öncesinden gelmeyim. ben bir fosilim...ölmek istiyorum ama yapamıyorum. ölmek lazım. nasıl olacak? cesaret edemiyorum. yarın nöbetçiyim. en iyisi hastanede yapmak aslına bakarsanız. ama müdahale de ederler o zmana di mi? lanet okumayım da ne yapayım şimdi. bi ölmeyi bile başaramadım.

4.12.2010

hüzün devam ediyor

3.aralık.cuma 00:20
adana
iyi geceler yakışıklı prensim,
sana bir adana gecesinden sesleniyorum. sen duymuyorsun ama burada benle beraber bir de köpekler var sana seslenen. dışarıda yine havlıyorlar. salondayım. yine saatin o didaktik ve yıllar öncesinden kalma tanıdık sesi eşlik ediyor bana. bu geceye. bu hüzünlü geceye. senin tabirinle hüzzam makamında seyretmekte. şimdi halam geldi. yazamıyorum dedi. o da mutfakta yazmaya mektup yazıyordu. neden dedim. içimdekileri anlatmaktan çekiniyorum. yok dedim sen olduğu gibi yaz. sen belli etmemeye çalışınca o neyi gizlediğini daha açık görüyor çünkü. hüzünlü de olsa samimi koksun mektubun dedim. tamam öyle yazayım deyip giitti. bugün yaşadığımız hüznün de bir adım ötesiydi. metinin tahliye Olduğunu öğrendiğimizde yaşadığımız çöküntü senin çıkamamanda da büyük oldu doğrsunu istersen. Başımıza tüm psilikleri açan adam çıktı da ,asla çıkamaz onun iişi zor dedikleri adam çıktı da… eve nasıl geldik? Nasıl bu hale geldik? Bilmiyorum. Bugünden çok umutlu değildik. Ama bu kadar büyük bir umutsuzlukla ve halksızlıkla karşılaşmaya da hazır değildik. Şükrü amcayı hatırlıyorum sadece,mosmor. Nasıl oldu baba bu iş? Nasıl başardılar? Biz nerde eksiğiz ? bu sorlar bu saatte senin de kafanda dolaşıyor mudur? Yoksa sen yine o kutlu ve sarsılmaz teslimiyetine sığınıp sükutta mısın? İnşallah öylesindir… Sana neden yakışıklı prens dedim biliyor musun? Sadece hitap olsun diye değil… öğlen arası verdiğinizde biz yemeğe çıktık dışarı. Annemler sulu yemek yediler biz de emrahla başka bir yerde tavuk dürüm. Saate baktım 1 olmuştu eyvah dedim. Hadi kalk geç kalıyoruz. Nereye dedi Emrah. Mahkeme salonunun kapıları açılıp kapanırken oraya doluşan insanların arasına karışmamıştım. Seni ilk bugün sanırım Zeynep teyze gördü. Sonra da Semra abla. Annem maşallah herkes de göryor dedi. Ben o kalabalığa karışmak istememiştim ve zaten çoğu da koca adamlar arkalarında bir şey görmek mümkün olmayacaktı. Annem geçen mahkeme baban bizi aramış dedi. Nasıl dedim. Kapıya bakınmış görebilir miyim diye, görememiş dedi. Çok üzüldüm. O zaman bizi de görsün dedim. İşte saat birde ara bitecekti ve kapılar açılıp kapanacaktı. Son şansımdı yani. Hadi kalk çabuk dedim emraha. Kapıya bi geldikki ço kalabalık. Biz oradan geçene kadar 10 geçiyordu. Çıkım yukarı ,naci mi apo mu biri gel abla gel dedi. Koştum geldim. Seni gördüm… bir prens gibi, sanki adliyede tutuklu değil de numunede odanda masaya yaslanmışsın gibi. Yakışıklı,mütebessüm,pırıl pırıl… öyle güzel ve zarif ve yakışıklı…ahh dedim içimden, babacığım… sonra birileri önüme geçmeye başladı.. sessizce, ama babam beni görmek istiyor dedim. Acaba birileri duydu mu? Önümdekilere siz kenara çekilin dedi. yine boşaldı önüm. Aramızda kimseler olmadan. Sen bana bakarken sanki o mesafe de silindi gitti. gözlerinden gözlerime çzizlen görünmez doğru, sihirli bir yol olup ruhlarımızı konusturdu,kavusturdu. başını ,o güzel başını sağa yatırdın hafifçe.bir prense yaraşır ince ve soylu bir zerafetle. seni çok seviyorum dedim, sen ben de dedin. dua et dedin, ben de Ondan gelene eyvallah dedim. sonra ne oldu? nasıl çekildim ben kapının önünden? kapıyı mı kapadılar hatırlamıyorum. ama o saate kadar inme inmiş ruhuma delimşek yağmurlar yağmaya başladı.oturdum bir banka. ayaklarım içe döndü kendiğilinden. ellerimi yüzüme kapadım. gözlerimi yumdum. gördüğüm güzelliği resmettim belleğime silinmemeccesine. bu senin gidişinden beri sakladığım kaçıncı kare acaba? bunu da koydum diğerlerinin arasına. sonra yüzümü gizlediğim avuçlarımdan,parmaklarımın arasından sızmaya başladı gözyaşlarım. ama o kadar sessiz akıyorlardı ki. ruhumda çıkan fırtınadan bihabermişçesine. bir adamın sesiyle sıyrıldım halimden. niye ağlıyorsun? ses yabancıydı ama umursamadığım bir kaç saniye sonrasında yinelenince soru ellerimi açıp bakmak zorunda kalkdım. bir polis. neden ağlıyorsun tatlı kızım,ağlama. dua et. babanız üzülür sonra. benim de kzım var sen yaşlarda,ağlama dedi. belki hayırlısı böyledir dedi. insan olanın başına gelir her iş dedi. gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken peki dedim. teşekkür ederim. bi kaç dakika sonra geri geldi ,kapıyı açtık gel gör babanı ddicektim ama ağladın sen dedi. böyle görmesin üzülür. ben de evet dedim. üzülmesin benim bitaneiğim, yakışıklı prensim...
sen,orda..o pis suretlilerin arasında parıldarken. ben işte dedim bu benim babam. sevmeye doyulmayan. ne şanslıyım ki o benim babam... bi zaman sonra yanımda sessiz oturan emraha sordum,dedim ki; emrah babam çok güzel di mi? yoksa bi tek ben mi öyle görüyordum seni.. evet dedi. o adamların arasında tertemiz duruyordu. hemen seçiliyordu. parıl parıl parlıyordu. duruşu bile farklıydı. o diğer adamların halini görmedin mi dedi. yook dedim. görmedim. ben sevdiğimden başka bir şey görmedim. aslında bir bakış gördüm bu tabloyu bölen. kıskanan,üzülen,karanlık bakış. bir an,arkasını dönüp bana bakan. senin yanında duran bri adamdı. kimdi o metin mi? çünkü ben o bakışta sana olan sevgiye hayret edip kıskanan bir adam gördüm. o adam şimdi evine gidiyor ya baba. dilerim allahtan benim sana bakışımı asla unutamasın. kendine bakarken kızları ,hep bunu hatırlasın. yaptıkları yanna kar kalırken ve o özgürlüğünün tadını çıkartmaya çalışırken, sevgisizliğin azabında yaşasın maphusluğu. dilerim allahtan,bari bunu kabul etsin...

22.11.2010

ikinci bayram görüşü

iyi geceler babacığım,nasılsın bitanem? iyiyim diyorsundur inşallah. beni mi merak ediyorsun? ben de iyiyim bitanem. hiç merak etme. sağ salim geldik evimize. şimdi anneciğimiz yatağına girdim. onun kokusuyla uyumak için. sana mektup yazıp yatıcam. senin bayram hediyelerini görünce çok sevindik. yatağımın baş ucunda duruyor. ama okumaya başlamadım. bugün seni yeni gördüm ya, salı günü nöbetten gelince okumaya başlıcam. özlemiş olucam ya onun için. bu sabah 7 gibi uyandık. anneciğim kahvaltı hazırlamıştı. yedik çıktık evden. naciyle kudret amca bizi bekliyordu. isimlerimiz okunduktan sonra emrah nacilerle bahçede kaldı.kşke girebilseydim diye diye. biz de annem ben yusuf koşar adım bekleme salonuna girdik. zaten ilk biz girdik. oturduk açık bir pencerenin önüne. çok da beklemedik aslında. 9 bucukta aldılar bu defa. eskiden orda beklemek ne zor gelirdi. soğuğunu gördük, sıcağını gördük ama yusufun da dediği gibi ramazanı da görünce artık hiç bir hal o kadar zor gelmiyor::) ismimiz okunduktan sonra bahçeye çıkıp asıl binanın önünde ayakkabılarımızı çıkartıp xrayden geçtik. sonra kapalı görüştüğümüz salona geçtik. son kez(sanırım 3. defa oluyor) arandıktan sonra açık görüş salonuna çıktık. annmle ben,yusuf ayrı bi yerden geliyor. siz daha gelmemiştiniz. yusuf o arada kantinde ne var ne yok almaya başlamıstı:) biz ona daha çok pasta aldedik, kardeşciğim başkalarına da kalsın diye az alıyormuş. niye başkalarını düşünüyorssun ki dedim. ben ziyaretçileri düşünüyor sanmıştım meğerse içerdeki adamları düşünürmüş. nerden bulup yicekler diye. ahh benm kadife kalpli kardeşim:) allahtan bu defa çokçok getirmişler de bizimki de almış epeyce. sonra siz gelmeye başlayınca bıraktı alışverişi. sonra sen geldin... uzaklardan ışıl ışıl bir sevgi parıltısıydın, asaletin adımalrından önce vuruyordu o taş zemine,yaklaştıkça o nur yüzünde açmış tebessüm gülleri sısacık ısıttı içimizi... dolduk taştık,yandık söndük, gözlerimiz parıldadı. hele kardeşimin... onun bakışlarını bi tek senin yanında böyle canlı görüyorum. hafif nemli ama canlı. sanki sadece o zamanlarda yaşıyor benim miniğim. (tamam ebat itibariyle değil biliyorum)onun dışında karanlık dipsiz bir kuyu. senin yanındaysa, babacığının yanında geceyi aydınlatan,yolculara yoldaş olan ,çöl kumlarının üstünde seyir eden yıldızlar gibi. sarıldık ya birbirimize, annem sana ben koluna yusuf eline... sonra öpüştük doya doya kokladık birbirimizi... içimize çektik birbirimizi,doldurduk kendimizi. işte sonra babacığım..sonrası yok işte... hatırlamıyorum bile. nasıl geçti
nasıl bittti onca zaman. biz ne konustuk,ne söyledik birbirimize? ama gözlerim sızladı işte sen giderken,en sonunda sana sarılırken... başımı göğsüne dayamış gözlerimi kapamışken yaşlanan gözlerimi sımsıkı kapadım. akmaalrına müsade etmedim sen gitmeden.sonra sen gittin.... karanlığa gömüldük yeniden. ışıkları söndürmeden. bıraktık kendimizi en tabi halimize..hani demiştik ya ağlamanın meşru olduğu yerdeyiz diye. ... kapılar kapandıktan sonra sizin ardınızdan,bizimkiler açıldı. masaların 'o tarafı' boş kaldı. hani bir tek gardianlara ve size serbest olan. sonra birer ikişer dolmaya başladı. gözleri yaşlı,sevdiklerini uğurlayan insanlar tarafından. kardeşim anneme dedi ki,ağlama anne,bak yıkarım buraları,ağlama. ben annemin koluna sarıldım. başım omuzunda,annemin bir eli masanın üzerine yaslanmış kardeşimin başında.üçümüzde sessizce akıttık gözyaşlarımızı. sonra inmeye başladık o melanet merdiven basamaklarından. bahçede bizi bekleyenlere ilettik selamını. sordular,iyiydi dedik her zamanki gibi. bindik arabamıza,döndük evimize. kezban teyzennin yaptığı kuru dolmaları yerken kendi kuruyan ruhumzla başbaşa,kimseden ses seda çıkmadan. sonra hazırlanıp yola koyulduk. ben arka koltukta uyudum molaya kadar.soğumuş çorbalarla içimizi ısıtmaya çalıştıktan sonra yolun ikinci kısmında kardeş şoförlükten istifa edip arka koltuğa geçti benim yerime. akşam oldu.döndük yine bu sevimsiz şehre. bir antrikotçu varmış bilkentte ayak üstü ekmek arası.antrikot ve ekmek arası -ayak üstü kavramları çok uyuşmasa da adam ekmeğin içine. koyduklarınınn tadını uyuşturmuş olmalı ki.minibüsün içinde akşam 6dan sabah 4e açıkmış her gece.evimize geldik saat 8 bucuk olmuştu. bir görüş daha böyle son bulmuştu. bir varmış bir yokmuş, uzak diyarlarda bir kız çocuğu dua edermiş . bir güne uyanmak için o gün herkesin çok mutlu olduğu...

29.10.2010

8. açık görüş

ve 8 ay oldu. 8 defa babamı o aptal masaların arkasından görüp ellerine uzanmaya çalıştım. bu kez babam mutsuzdu. yani bizi gördüğüne de mutlu olmadı sanki. o kadar mutsuzdu. anneme geçen gün telefonda demiş. ilk mahkeme için biraz da olsa umudum vardı. artık yok. belliydi halinden. belki bugüne kadar ki bir çeş,t oyun gibiydi onun için. böyle olacağını ummamıştı. dualara inanıyordu hala. hak ve adaletin ilahi gücüne. belki o hala inanıyordur. ama ben inanmıyorum. ilk defa gözleri doldu babacığımın. hem de bu defa ben ağlamadan. baba sen müthiş bir adamsın biliyor musun dedim. doldu gözleri. kahkahalarıyla gizlemeye çalıssa da o kadar doluyduki gizlenemediler. şimdi benimkiler de gizlenemiyor işte. annem geldi napıyosun dedi. ağlama demeye çalışıyor. iyiyim sen napıyosun dedim. üzülme geçecek hesi dedi. ağlamamam lazım gelir. şurda gitmeme kaç saat kaldı. lanet olasıca hastanede nöbetçiyim yarın. o yüzden de dönmek zorundayım. işi bırakmak istiyorum. nolur ya,bıraksam.çok yorgunum. çok ... dayanacak gücüm yok. yaşayacak gücüm yok. artık umudum yok. babamın geleceği yok. adaletin tecellisi yok. paramız yok. yok işte. olsaydı böyle olmazdı. olmıcaktı. kimsemiz de yok. bi ihtiyacınız var mı diyen yok. bişey yapmaya çalışan yok. sadece yanlızız.

25.10.2010

bu akşam eve geç geldim

çünkü, uzun zamandır görüşmediğim arkadaşlarımla toplandık. toplandık kelimesi yerine toplanıverdik demek daha doğru olur. aynı fakültede 6 sene okuduktan sonra aynı şehirde hatta aynı hastanede çalışıyoruz. ama birbirimizi görmüyoruz. ya vaktimiz yok ya da bilmiyorum işte içimizden mi gelmiyor yoksa çok mu tembeliz? haftalardır bi türlü akşam yemeği yiyecek herkese uygun bir zaman bulamayınca furkanla ben bugüne sözleştik. furkan radyasyon onkolojisinde 2. senesini doldurdu. 2 sene sonra bitirecek. gidecek diye üzülüyorum aslında. gitmesem de görmesem de aynı yerde olduğumuzu bilmeyi seviyorum. canan bugün nöbetçi değildi. sen de gel dedik. akşam 8den önce çıkma yasakları var. o bir pediatri çömezi. yani gün aşırı nöbette ve hep yorgun. gelmez diyoduk. çıkarken aradık,furkan balık sever misin diye sordu. ben öyle sağlıklı şeylerle pek arası yoktur diye lafa lafa karıştım. telefonu kapattıktan sonra furkanla birbirimize bakıp gelmicek dedik. biraz ileride bir balkçı lokantası ,ama öyle kasıntı olmayanlarından. akçakoca isimli. sanki orada sahilde bir lokantaya tekerlek takıp getirmişler gibi ankaranın orta yerine. girdik, köşede bir masa bulduk. hamsi ve mezgit söyledik. 2 tabak salata. balıkların çoğunu furkan, tahinli helva tabağının çoğunuysa ben yedim. yemek yerken gülnihali aradık. o kadın doğum asisranı. bir devlet hastanesinde. hala tus çalışıyor. amöa artık ayrılmayacağını biliyor. gel dedi furkan. nöbet çıkışıymış ve yorgunmuş. ısrar etti, rabia da var yemek yiyoruz dedi. ikna etmesi zaman alsa da yarım saat kadar sonra gülnihal indi bir taksiden. balık sevmezmiş. sen nasıl karadenizlisin diye takıldı furkan. garson yan lokantadan köfte söyledi gülnihale. o arada cananı aradım. gülnihal geliyor. gelmiyor msun dedim. yaa nerdesiniz ama ben hala buradan çıkamıyorum dedi. sonra başka bir yerde buluşmak üzere yola koyulduk. 4. cadede bir kafeye gittik.frambuazlı cheesecake söyledik. kızlar şarap,furkan türk kahvesi. türk kahvesinin yanına içine elma dilimleri atılmış bir bardak su geldi. epey bi süre bunun anlamını çözmeye çalıştık. kendimizce yorumlar yaptık. canan ne kadar yorgun olduğunu,gülnihal neden mutsuz olduğunu bilmediğini,furkan üçümüzün (ben,canan,gülnihal) ortak noktamızın aslında depresif olduğumuzu ama bunu dışarıya maniyle yansıttığımız söyledi. ben kabul etmedim.canan artık manik değilim hep depresifim,yok arada manik de oluyorum aslında ama çoğunlukla değilim gibi kararsız ruh halinin anlık yansımalarıyla özetledi. gülnihal artık hep depresif ollduğunu söyledi. ben , 27 yaşımdayım, 7 aydır mutsuzum. ve 27 sene kendimi olmadık şeyler içişn üzüp mutsuz etmişim. olmayan acıları çekip dibe vurmusum . bence mutsuzluğunuza sebep bulamıyorsanız ,mutlu olun. ünkü belki sonra bir gün bir daha mutlu olmaya fırsatınız olmaz. benim artık yok. belki bir daha da olmayacak dedim...sesim titredi, engel olmadım. olmaya çalışsam da işe yeramazdı. ama engel olmak zorunda değildim. o yüzden arkadaşlarımın yanındaydım.yani o yüzden arkadaşlarımdı. bu arada cheesecake seven bir erkek hiç tanımamıştım. ve gülnihal beni özlemiş. canan bi kere öpünce hemen şımarıp çocuklaşıyor:) ve ben, rabia..tanıstığımıza memnun oldum. çünkü artık eski ben değilim. çok şey değişti ve kimselere söylemedim.
nihayetinde , keyifli sohbetlerin yapıldığı naif bir akşamdı. dönerken yoldan bir paket sigara aldık. yalktık hepimiz birer tane. furkan, bana fakültedeyken yine mi sigara,yapma be rabia derdi. yaktı bi tane, sigara güzel şey dedi.
bu akşam eve geldiğimde saat 10du. evde kardeşim yoktu. bu eve taşınalı beri ilk defa bu saatte ve yalnız geldim. otururken nasıl dönecem acaba diye düşünüyordum nasıl döndüm? elim direksiyon simidine takılı radyo düğmesinde, yol boyu içimdeki karmaşayı çözecek bir frekans aradım. bulamadım.

17.10.2010

bir pazar daha geçti-çok sıkıcı okumayın

bu sabah hastanede uyandım. nöbeti devrettik. eve geldim. kardeşim açtı kapıyı. sonra uyumaya gitti. ev karanlık. sessiz. ben napıcamı bilemediğim her zamanki gibi yatağa yöneldim. gece uyumuş olmama rağmen yattım. uyudum. saat 12 bucuk gibi telefon çaldı,uyandım. sonra kahvaltı yaptık,banyo,çatı katı die kötü bir avrupa filmi izledik. durupdurup iç geçiren,efkarla oflayan kardeşimle. o kadar sessizleşmiş o kadardurgunlaşmış ki. bilgisayarımda masaüstünde ailece en son gittiğimiz tatilden kalma babamın gülümseyen bir fotoğrafı var. arka planda kocaman çam ağaçları ve kasımpatılar. babam yüzünü dolduran sıcacık bir gülümsemeyle,başını bi yana eymiş şımarık ve tatlı gülümsüyor. fotoğrafı kim çekmişti hatırlamıyorum. ama babamın bize o bakışını hatırlıyorum. artık sadece hatırladıklarım kaldı elimde. geriye bi şey yok.bugün face'te evlenen bir arkadaşımın resimlerine bakıyordum, eskiden kendiminkini düşünürdüm mesela. nasıl olacak die. artık hiç düşünmediğimi farlettim. kendime dair hiç bir hayalim kalmamış. sadece yaşıyorum. sevgilim iş için edirneye gitti. telefonda anlatıyor. beraber de gelelim diyor. ben olur diyemiyorum. çünkü olmuyr. hayatım dondu. annem adanada tek başına,biz kardeşimle burada,babacığım küçücük bir mekanda... hayatlarımız ambargo yedi işte. ne girişlere ne çıkışlara var müsade. işe gidiyorum, eve geliyorum,ayda bir görüş için izin alabilirsem nöbetimi ayarlayabilirsem adanaya gidip hemen aynı gün geri dönüyorum. işte bu kadar. hayata dair ne kaldı elimde? kocaman bir hiç. umutlarım da beklentilerim de yok artık.hiç hesaplamıyorum 3 aralığa ne kadar zaman kaldı die. babam mektup yazmayı bıraktı bize. annemi aradığında konusamıyoruz da. 3 haftadır sesini duyamıyorum. ya benm tel çekmiyor hastanede ya annemler müsait olmuyor. ne oldu? boşluk. kocaman. kocadı hatta. artık eskisi gibi acıtmıyor. duyarsızlaştı. kör ebe oynamak gibi. gözlerimi bağladım,ellerimi uzattım öyle korkak adımlar atıyorum etrafımda. uzaklaşmak mümün değil. olduğum yerde. gözlerimi açmaya cesaretim de yok.

9.10.2010

son mektup- babamdan anneme

9.ekim.2010, cumartesi
Aşkım,
gül kokulum,kadife çiçeğim. üzülme,sadece bunu söyleyebiliyorum sana. üzülme... üzüldüğünü bile bile yapamayacağını bile bile... Ama elimden gelen bi şey yok aşkım. Keşke olsaydı. Hani geçecek bu günler. Bildiğim tek şey bu. Ama zamanı? Başlangıcı ve bitişi benim elimde olmayan bir ''An'' yaşıyoruz. Bu yaşadıklarımız gül kokulum, sonsuz hayatın içinde bir ''an''. Hani sırtına bir ağrı saplanır da hemen geçiverir ya işte öyle bir ''An'' sadece. Geçip gittiğinde daha iyi anlayacağız bunu. Evet olmadı. 8 Ekimde kavusturmadı Rabbim. Eğer isteseydi kim engel olacaktı ki.(Yunus 107.) Bana 23 eylül günü kırılmıştınız. Size yaşayabileceğiniz bir hüznü önceden bildirdiğim için. Rabbim beni haksız çıkarmadı, keşke çıkarsaydı. Ama her şeyi bilen ''O''. Takdirine boyun eymekten başka çare yok. Var diyen beri gelsin. Ben bu yazıyı değiştiririm diyen ortaya çıksın.
Can kuşum, bugün hepiniz bir aradasınız, hep beraber. Sen,Yusuf,Rabiş. Mahsun ,boynunuz bükük. Ama metin, başınız dik. Gönlünüz ferah olsun. Bir aleme baş tutan bir canınız var sizin. Kahpeliğin doludizginliğinde,nasipsiz gönüllerin şaşkın bakışları arasında, bunca bela yağmuru altında,hala dik duran,eğilmemiş,eğilmeyen ve eğilmeyecek bir CAN'ınız var sizin. O CAN sizinle ayakta. Sizinle dik, sizinle pes etmemiş. Size dayamış sırtını. Güzel gönüllerinize, sağlam yüreklerinize, engin sevginize daldırmış kendini. Fırtınalardan hasarlı bir gemi gibi yanaşmış gönlünüzün durgun ve emniyetli limanlarına...
Ben ordayım canlarım. Varlığınıza şükür. Rabbime şükür. Bu adam sizi seviyor. Hep de sevdi. Ümitsizlik yok. Sizi seviyorum.
canınız...

dün gece saat10 civarında öğrendm. hava alanına gitmek üzere havaşın otobüsünde giderken. cep telefonunda anneim adını gördüğümde heyecandan duracak kalbim annemin titreyen sesini duyduğunda acıdan durdu... hava alanında,güvenlik aramasında, uçakta ağladım...ömründe hiç ağlamamışcasına izledi beni insanlar...umursamadım, ağladım...gelmek istemedim adanaya ama annemi yalnız bırakamazdım. uçtum heldiim. hüzünlerimizin şehrine kondum geldim. 7 aydır suskun olan evimize adım attım bir defa daha hayallerimi de sükuta erdirerek. sarsılan inancıma yükselen isyanıma gem vurmaya çalışarak...7 kişi gelmemiş,2si müştakiymiş. yani şikayetçiler. o yüzden hakim mahkemeyi ertelemiş.3 aralığa.....................

8.10.2010

zaman geçmiyor

babacığım...
annemi aradım az önce. almamışlar mahkeme salonuna. dışarda bekliyorlarmış. onlar orda bekliyor seni. ben burda. bir yandan hastaları aspire ediyorum, kan alıyorum.. bir yandan hocalara saçma kibarcık gülümsemeleriyle hastaları sunuyorum.. insanlar normal bir gün yaşıyor. personel bakım yapıyor,hemşireler surat yapıyor, asistanlar visit atıyor... ben yeniyim ya şimdilik beni pek adam yerine de koyan yok. zaten ben yokum bugün. cismani bir varlığım sadece o kadar. sen napıyorsun? bugün, sabah mahkemeye giderken ne hissettin. aylardır üzerine ilk defa takım elbise giyind,n. oysaki sen çok severdin güzel giyinip kokular sürmeyi.. tıraş olup öyle jilet gibi... ellerine kelepçe taktılar mı? mahkemeye girertken aptak basın seni öyle çekecek diye üzülmüştün... çektiler mi? normalde yasakmış ama bi paket sigaraya girip çekiyorlar demiştin. hayat bu kadar ucuz ki, kiminebir paket sigara, kimine 300bin dolar... ama neticede pul işte... çektilerse de gülümsemişsindir sen. seni ıkılmış görmek isteyenlere meydan vermemişsindir. yıkılmadık çünkü hepimiz iyiyiz di mi? sadece bekliyoruz, geçmesini. bak ben işe başladım sınavı kazandı. kardeşim okuluna devam ediyor. annem her hafta yanına geliyor hep yanına geliyor hep yanında işte. biz hep yanındayız. her gün mektup yazıyoruz sen yazıyorsun. iyiyiz yabi di mi? .... ben gidiyorum yoksaa ağlıcam

8 ekim

bu tarihi bekledik aylardır.. işte geldi babacığım. bak gece yarısını geçti saat. takvimlere göre artık ayın 8i. sen napıyorsun kimbilir şimdi... uyumadığını tahmin edebilityorum. dua mıu ediyorsun yooksa eline bağlamanı almış türkü mü söylüyorsun? bize de yazıyor olabilirsin... iyi misin? ben mi? ben nöbetçiyim. hastanedeyim. içimde koskocaman bir boşluk. napıcağımı bilemez bir halde.. hastalarla ilgilendim. işlerimi yaptım. şimdi oldamdayım gece uyandıracaklar mı diye düşünmüyorum bu gece. çünkü uyuyabilir miyim bilmiyorum. sabah olmasın istiyorum. sanki bir sınav açıklanacak ya da ne bilim...hava çok soğuk ankarada. korkuuorum. yarın sana kavuşmayı hayal etmeye korkuyorum. seni o kadar özledim ki.....................

23.09.2010

bugün görüş günü içim sıkılır...

bir türkü vardır bilir misiniz? cem karaca söyler,bugün görüş günü içim sıkılır..sıkılır aman aman aman... cem karacanın o kalın sesine sarılıp dinlerdim evvelden bu türküyü. tanımadığım bana uzak bir acı ama büyüklüğünden saygıyla boynumu eyerek efkarlandığım zamanlardı. hüzünlenirdim öylece. ...öylece... şimdi sımsıkı tuttuğum,avuçlarımdan akan bir acıdır ki benim en büyük gerçekliğime dönüşen.
bugün görüş günüydü. ayda bir kez olan açık görüş. sevdiğinizin yanaklarına yüzünüzü sürebilmenin ne kadar büyülü bir an olduğunu biz mahkum ve tutuklu yakınlarına öğreten. ellerinizin birleştiği anda gözlerinizi yumup allahım bitmesin nolur diye sayıkladığınız.. arkaanızda elinde coplarıyla dolaşan yeni yetme delikanlılar üstlerine büyük asker üniformalarıyla. yaptıkları işin zorluğu yüzlerine yerleşmiş bedbin bakışlı gardiyanlar köşe başlarında. her masada ağlayan ya bir tutuklu bilinmez kaderine isyan eden ya da bir anne,eş,evlat... bazı vakur bakışlı teslimiyeti gözüne gözlük gibi oturmuşlar ki biri babam. bense..
bense zavallı babacığımı tüm sıkıntılarına rağmen bize neşeli görünen,gülümseyen,bir ay boyuncasevdiklerini görebileceği 1 saati sabırsızlıkla bekleyen canım babacığım karşısında ağladım. hem de hiç durmadan. aptal gözyaşlarım bir çeyrek mola vermedi. bir es bir sus... ben ağladıkça onun yüreği dağlandı.. gözleri yaşardı.. ve ben daha çok ağladım. şu anda göz kapaklarımın üstünde iki kocaman torba oturmuş sanki. ellerim yanıyor alev alev.
görüş sonrası eve gelip uyudum. sonra doğrı havaalanına. ankaraya uctum. yarın ve cumartesi nöbetçiyim. görüşe gidebilmek için blok nöbet tutmamgerekiyordu. gözümü kırpmadan tamam dedim. iyi halt ettim. gittim de naptım. keşke gitmeseydim. babaığımı o kadar üzeceğime... annemi eli koynunda bıraktım.. ardımda hep kırık dökük insanlar. ve bu insanlar en sevdiklerimdi.
evde uyurken bu gece ölmeyi hayal ettim. beyaz bi elbise giyip,yok önce banyo yapıp sonra beyaz ve temiz bir elbise giyip.. nasıl? en kolayı doğal gazı açmak sonuna kadar. mutfağa o çok sevdiğim renkli minderlerimi taşırdım. üzerine uzanır..o ne ya? tam korkak ölümü.. ben öyle ölmemeliyim. bu dünyada bi şeyleri değiştirmek için haykıran bir adamın kızyım.. böyle değil, bir tabanca bulmalı. tam kalbime yaslayıp..bir değil ama bir kaç el ki...uyumusum... rüyamda sitemizin bahçesindeyim. öyle geziniyorum.. yerde yatan bir çocuk görüyorum. yaklaşıyorum. yok bu bşr kız,gen bir kız. üstü başı parçalanmış.. ölmüş sanki. ölmüş ve çöpe atılmış. çöplerin arasında uzanmış.. yaklaşıyorum yanına üstündeki pislikleriden anlaşılan çoktan ölmüş. dokunuyorum,sıcak. nabzını yokluyorum gözlerini açıyor. kız uyanıyor,konusuyorum beni anlamıyor. sonra ingilizce biliyor musun diyorum biliyorum diyor. konusmaya başlıyoruz. bir anda annesi beliriyor. evime gelin diyorum yürümeye başlıyoruz. şaşırtıcı bi şeklide canlanan ve konusan kıza şaşırmadan... bir çöp arabası beliriyor. çöp arabasının içinde bir de çöp öğütücüsü. aynen çamaşır makinasının yuvarlak camı gibi bir cam ki fırdönüyor. bakıyorum içinde bir çocuk. kah ağzı cama yapışıyor kah burnu. neresi paışsa orası eğilip bükülüyor. gözlerini açıyor birden. bana bakıyor. bir saniye ya da daha da kısa bir zaman. bir feryat kopuyor sadece benm duyabildiğim o gözlerde. yaşıyorum ben!!! koşuyorum,yetişmeye çalışıyorum. ağır ağır giden kamyona yetişmek zor değil ama adamlara sesini duyurmak zor... bağırıyorum durdurun makinayı!!!cama vuruyorum durun!! o yaşıyor..O YAŞIYOOOOR!!!!!

uyandım,uçakta uyudum,uyandım,havaşın otobsünde uyudum,uyandım,şimdi yatağıma gidiyorum..uyumaya....

10.09.2010

bir nöbet akşamı

hastanedeyim. sessiz ve sevimsiz bir serviste tek başıma. biçimsiz dr oasında her türlü konfordan uzakta. en önemlisi ruhum kaybetmiş o konforu ya. oturuyorum. yoğun bakımın suratsız hemşireleri bana iş buyuruyor. ben de çömezim ya bi şey demiyorum. zaten desem ne ki. eninde sonunda muhtacım onlara. en basitinden isterlerse gece sabaha kadar yarım saatte bir arayıp gereksiz şeyleri sorarak seni uyutmama gibi bir ihtimalleri var. daha önce yaşadım ordan biliyorum. zaten güm de yok. kimseyele didişmeye. kendi başımayım artık, sessizim. bu hastanenin koridorlarında koşuşturan o cevval intern, canavar tıp öğrencisi halimden eser kalmadı. bana sende ışık var diyenler şu halimi görseler.. gerç, göremezler, o kadar karanlığım ki görmeler, için gerekli olacak kadar bile aydınlık yok. karardı her şey. sabahları kalkmak akşamları yatmak istemiyorum. bu hastaneye gelmek serise girmek istemiyorum. ama mecburum. mecbur muyum gerçekten? evet, malesef mevburum. hiç olmazsa babam çıkana kadar.. para kazanmaya mecburum. artık o kadar boş geliyor ki uzmanlıkmış şuymuş buymuş. ne olacak ki pratisyen kalsam ne değişecek. uzman olunca ben hayat daha mı güzel olacak.. yok öyle bi şey. sadece istyemediğim şeyleri zorla yaparak yaşıyorum bu hayatı.. ne anlamsız. ne zamandır yazmıyorum. çünkü her gün, tam olarak 6 ay 2 gündür her gün babama mektup yazıyorum. nöbette de olsam, nöbet çıkışı da. yolda da olsam... bi şekilde muhakkak. ve yazmaya vaktim daha çok da haliim kalmıyor. şimdiyine mektup yazmak için açtım blogumu. bu defa dedim önce sana yazıcam. şimdi bi sigaram olsaydı... odanın telefonu çaldı şimdi. ardından da cep. sevgilim aradı. AOÇ ye gitmişler kokoreç yemeye. hiç sevmem ama orda olmak isterdim şimdi. gerçi ben bura hariç her yerde olabilirim. neden bu kadar sevmediğim bir iş yapıyorum? neden bu kadar zahmete katlanıyorum? bu sorularımın hiç bi yanıtı yok. rüzgar bu yandan esti biz de savruşuyoruz işte. babamın mahkemesine 1 aydan az kaldı. 8 ekim, söylemiş niydim? gün yaklaştıkça daha da korkar hale geldim. sanki yaklaşmasını istemiyorum, o gün hiç gelmesin.. böyle beklemek daha iyi.. ya olmazsa...ya çıkamazsa.... nasıl yaşıcamı hesap edemiyorum..

18.08.2010

adana yolculuğundan acil nöbetine trabzon sahilinden bir düş

17.ağustos.salı 01:26

iyi geceler babacığım,
uyanıksın muhtemelen. ben de acilde uyanığım. bu gece çok yoğun ve yorucu başladı. bacaklarım sızlıyor. acaba yoldan geldim diye mi sızlıyor onu da bilemedim. gerçi yol boyu uyudum biliyo musun. hem de yanım boştu ve ben yatarak uyudum. diceksin o koltuğa nasıl sığduın, ama insanın ufak olmasınınavantaja dönüştüğü yerler de var işte :) molada bile inmedim,uyudum. zaten orucken molada inip napıcam. su içmeyince tuvaleti de gelmiyor insanın. biliyor musun baba, 2 gündür sağ yan ağrım var. ve bugün de yani az önce üreter trasesi boyu bir sızı. inşallah ben yanılıyorumdur. renal kolikleri görünce korkuyorum taş maş olursa diye. allahım korusun. gece kahvaltısı getirmişler. çorba vardı. ramazan diye çorba getiriyolar. bi de kahvaltılık. ben çokrba içtim biraz. acıkmıştım. zaten iftarda azıcık yedim. yemek kötü değildi şükür ama güzel de değildi. insan az da yiyebiliyomuş demek ki. :) evde deli gibi yiyoruz sonra da kalkamıyoruz:) bu gün otobüste geşirken bir tek ben oructum galiba. kimse oruc tutmaz olmuş artık ya. sinir oldum. o uyduruk kekler bile insanın burnuna kokabiliyormuş :) halbuki acıktığımdan değil ha. canımm da istemedi. zaten canım bu ramazan ilginçtir ki hiiiiç bişey istemiyor. ne tuhaf di mi? belki sıcak olduğundan. ahh şimdi adanada olsaydım... klimalı soğuk odalarımızda, annemin yanına zanmış, o uyuklarken ben üstümü sıkı sıkı örtüp televizyona bakıyordum... ne güzel di mi? çok özledim şimdiden. bugün otobüsle gelirken yol boyu uyanık olduğum zamnlarda tabi, kendi kendime dedim ki, hadi zihnimin bilinçli olan kısmını alıp gidelim buralardan, gezici ruhumla gezelim. mutlu olduğumuz anlara gidelim.mesela beraber yaptığımız tatillerden birine. olabilir, ya da arabada ailece herhangi bir yere giderken,olabilir... uyumuşum. bir resim belirdi önce. bir deniz kıyısı. ama kıyısından çok denizin yoğun olduğu bir resim.sonra canlandı, hareketlendi. dalgalandı o resim. trabzonmuş, küçük dalgacıklar belirip kayboluyordu üzerinde. güneş ışınları mütevazi bir parıltı bırakmıştı. maviydi, koyu maviye yakın. ne kalabalık yapan insanlar, ne gemiler,kayııklar. sadece deniz vardı. biz ordaymışız gibi, görmedim ama orda olduğumuzu bildim. huzurlu bir bekleyiş ,sakin alıp verdiğim nefesim..uyandım. uyandığımda bile o kadar gerçekçiydi ki bu resim. bizi göremesem de orada ve hep birlikte oluşumuz. ruhumun gezici tarafına teşekkür ettim.iyi iş başardı,hadi bi daha deneyelim dedim. yumdum gözlerimi...

23.07.2010

her şeyin bir nedeni var...

sadece beklemek lazım
hayatta bize görünenlerin aslını görebilmek için
biraz sabretmek lazım
karşımıza çıkan şeyleri sorgularken
soru işaretlerinde önce virgül atmak lazım,gerekirse üç nokta
ama sabretmek lazım
her şeyin bir nedeni var
durup beklemek lazım...

8.07.2010

son görüşümdü seni baba

zaman doldu. bu hengamede bir de yeni bir hayat tercihi,yeni bir şehir ve meslek tercihi ve hayat seçmeye çalıştıklarım arasında bana kendi istediğini uzattı cömert?! kucağından. Ankaraya dönüyorum, mezun olduğum okulda nöroloji asistanı olarak başlıcam haftaya. bu perşembe yani bugün onu son görüşümdü. bir daha ne zaman olacağını bilemediğim meçhul bir zaman dilimi. yaşıyan ama benim için ölümün paslı tadını taklit eden bir süreç. haftada bir defa da olsa ,kirli camların ardında da dursa,15 dakika boyunca burnumu cama yapıştırıp izleyemeyeceğim onu. annemle konusurken ses geçmeyen camın ardında dudaklarının kıpırtısında kaybedemeyeceğim kendimi. lanet olsun ki, telefonun ahizesine de olsa minicik öpücüklerimi gönderemeyeceğim yanaklarına.neden mi blog yazmıorum?tuşlara doundukça gözlerimden akan yaşlara mani olamıyorum.biliyor musunuz,4 ay oldu. 4 ay 4 gün. her gün yazdık birbirimize,mektup zarflarına sığdırdık yaşamımızı her gün. o hepimize yazdı.. anneme bana kardeşime. bu gün giderken çok sinirliydim. bahçede beklerken annemle tartıştım,içerde kardeşimle. dönerken kimseyle konusmamaya karar verdim. eve geldiğimde her perşembe yaptığım gibi kendimi yatağa attım. saat 10 bucuktu. bu gün erken dönmüştük. her perşembe sabah 6 da kalkıp 6buçukta çıkıyoruz yola. saat 10da 15 dklık görüşmemizi yapmak üzere buluşuyoruz canım babacığımla . canım babacığım.. bugün en çok ben konustum. annem,kardeşim bana verip durdular telefonu. bense konusamıyordum. vermeyin diyordum içimden. anne sen konus biraz da.. çünkü ben babamın gözlerine bakınca ağlamaktan korkuyordum. kapalı görüşlerde önce taraflar birbirini tarar.bunu hızlı bir visuel çekup sayabilirsiniz. nasılsın sorularını sorarken alınan cevaplarla yetinmeyip, hızla nasıl görünüyor,zayıflamış mı,hasta olmasın diye ibareler arayarak dolaşır gözbebekleriniz özlediğiniz bedende. sonra hızla sorular sorulup,notlar ve selamlar iletilir. 15 sny sonra gözler çakışır. birbirini ele vermemek üzere şartlandırılmış mimikleriniz o anda çöker. babacıım... kuzumm... (sana sarılabilmek isterdim, kucağında uyuyabilmek, saçlarımı okşasan, sonra beraber televiyon izlesek kanepe kavgası yapsak sonra da ben yanına sığışsam...) içimden geçenlere içinden geçenlerle cevap alırım. Eyvah!! gözyaşlarım çıktı yola,burun kökümde hissediyorum. tırnaklarım teyakkuza geçiyor vakit kaybetmeden. parmak kenarlarıma küçük tırmıklar atarak can acısını göz yaşlarıyla değiş tokuş ediyor. başarabildiği ölçüde. ne kadar kendinizi kontrol etmeye çalışsanız da bir saniyenin kimbilir kaçta kaçında okuyorsunuz karşınızdaki gözleri. hasretin, çaresizliği,yorgunluğun,endişenin elinden çıkan eser seriliyor gözlerinizin önüne. ve aynı anda siz de okunuyorsunu kitap gibi. yasak satırlarınıza dokununca özlediğiniz gözler hüznün ağırlaştırdığı koca kitabı kapıyıveriyosunuz hemen. yani göz göze geçirebildiğiniz zaman sadece 4 saniye. inanın 4. saniyede bile zorlanıyorsunuz. ahh acıyla demlenen klaplerimiz. karşı karşıya atamayan kalplerimiz. yalnızlığında ve hüzünle yoğrulan ruhlarımız. lanet olsun bu dünyanın kırık çarklı düzenine. yazıklar olsun insan olduğunu sanarak yaşayan bizlere. işte bu gün, görüşten gelir gelmez bıraktım kendimi yatağa. üzerimi bşel değiştirmeden. uyumuşum saat 2 idi uynadığımda. şimdi daha sessizim. işte cümlelerimi bıraktım babamın son gördüğüm gözlerinde. gidiyorum babacığım, görüşebilmek dileğiyle...

28.06.2010

Babam'a Mektup

iyi akşamlar babacığım...
nasılsın bi'tanem,canım,yakışıklı babam,yanakları pamuk,elleriyastık,kalbi kocaman adam. merhamet dolu,sevgisi dünyalar kadar,kucağı dünyanın en güvenli ve huzurlu yeri olan sevgili babacığım. kalbimin ritmi,gönlümüntitrediği,dilimin gece-gündüz,üstüne toz konmasın allahım ,diye dualar ettiği..canım, canımın içinde can, bana sevmeyi anlatan,duayı öğreten, masallar okuyan,gezmeye götüren ,ne istesem alan...koruyucum,hastayken baş ucumda duran bir bardak suyum, korkarken yanımda sarılıp uyuduğum,haksızlığa uğradığımda arkamda dağ var gibi durduğum, kızdığımda dilinden merhameti duyduğum...şefkatlim,hiç kimseye diş bilemeyenim, her kese sevgiyle eğilenim, bulduğu her boş keseye kendinden ekleyenim,kendine çöp atanın yoluna gül bezeyenim....heybetlim, heyy!! diyince titretenim, olmasa da var zannedilenim, bir tek O'na eğilenim, bir tek O'ndan çekinenim, gerisi boş diyenim, kendini tesli edenim, bu teslimetle güçlenenim...Şemsim, güneşim,ışığım,ziyam...her kayboluşumda aynam,karanlıkta parlağam,yorgun gözüme gün karam, fitnede tutunduğum kayam, şerefsizliğe savurduğum hayam...hafızam,güzel günle dolu torbam, senin sevginle taşmış dünyam,tatlı dilinle duymuş klağam,seni özlediğim her akşam..suyum soğanım,aşım,boş testimi dolduranım,aç karnımı doyuranım,solmşsa benzim sararıp solanım,neyin varsa paylaşanım,paylaşmayı anlatanım...öğretmenim,bu dünyayı gezdirenim,yollarda iz sürdürenim, arabaya bindirenim,yalın ayak yürütenim,hepsini bil diyenim,bu dünyayı sevdirenim,sonra yaka silktirenim,'ahh'larımı işitenim,sonsuluğu gösterenim,gerçeği bize öğretenim...şaşırtanım,bunca insan sevgine hayret içinde bırakanım, merhametin ucunu sonsuzluğa sarkıtanım,deymeyecek yüzsüzlerin saçlarını okşayanım,ihanete uğrayıp da hıyaneti unutanım,ne çok tahtlar kurmuşsun,garip kalplerde yaşayanım...fakirim,hiç istemedin zenginliği bilirim,ziyafet sofralarını fukara çorbasına değişmeyenim,mazlumluğu en büyük ziynet edinenim, mertliği hiç bir pula değişmeyenim,elinde olsa da olmasa da gönülde hep zenginim...zenginim, bu dünyalık ölçüsüz sevgilere sahibim,,rabbinin dara koymadığı,darlığadüşürmeyenim, her zaman eksilmeden artan bereketlim...babacığım,Sadullah'ın arslan oğlu, eşinin biriciği,oğlunun yiğit babası, kızının herşeyi... her tanıyanın kalbinde yer edindiği,dünyanın her köşesinden dualar edildiği, herkesin dilinden razı ol rabbi dediği, mertliği,adamlığı,rengarek kişiliği,şairliği,dilbazlığı,musıkişinaslığı,unutulmaz arkadaşlığı,leziz sobetleri,bitek bize mi? herkese gösterdiği babalığı...babam, babacaığım,canım, herşeyim. ne biliyorsam-işe yarar- senden öğrendim. ömrüm sana feda olsun, allah senden razı olsun, bana senin kızın olma şerefini bahşetti ya,on binlerce şükür olsun. dua eder dururum,bir gün kızın sana layık olsun.

16.06.2010

canıma...

ruhumun sahibi, gönlümün safran çöllerinde parıldayan gecesi. eşim..eşsizim...hayat bana bir yol çizdi 27 sene. var olanıma da yitip gidenime de şükürler olsun. beni bir taş değirmende öğüttü inceden,incitmeden. kaba tohumlarımı nazlı zerrecikleriyle süzülen beyaz bir una dönüştürdü. sana pişirdi hayat beni, güneşiyle. suladı,yağan rahmetiyle. yaraladı kimi zaman,esen sert yeliyle. bilmeden her yarımdaki yarayı,ağlarken acıyan canıma,bilseydim hiç ağlar mıydım her bir damla gözyaşım beni yaklaştırmış ''canıma''...bellediklerimi ezber ettim sayende. aklımla yüreğimle çarptım ,böldüm bi daha yanlış yapmayım diye. sayende bir düze çıktı ömrüm, vesile eden sağolsun. yürüdüm kendimi yaralamadım artık,elim senin elindeydi. bana düşmeden de adım atılacağını öğrettin sen. kendime çukurlar açmadan,üstüme toprak atmadan. kendimi acıdan acıya vurmadan da göğüslemeyi öğrettin hatalarımı. ya 'yanılma' ya da 'yadsıma'mayı. sakin bir kararlılık ipi tutturdun elime. ne zaman sarktıysam balkon demirlerinden belime, o ipin ucunda sen ve tatlı kahverengi gözlerin. duruldum, yaramaz bir çocuk olmaktan yoruldum. hayatımın en büyük acısını yaşarken, ömür yolculuğumda en büyük taşa takılmışken. yine belirdin yanımda yalnızlığımda. el oldun kaybetmişken ben avuçlarımı. göz oldun reddederken kenbi kalbime bakışlarımı. ben unutmuştum bile nefes almayı.sen verdin,ben aldım sen verdin...ben şimdi sonunda mı,ortasında mı bilemdiğim bu yolda,hayatımın en kara-gri tonunda. hayal edebiliyosam eğer,seninle. ve umutlarımda sen. bağlandıysam yaşama sevginle,bitmez şefkatinle. aşkım,sevgilim,sevmeyi beraber öğrendiğim. ruhumun sahibi ve eşim..eşsizim..................seni seviyorum...

bir ay biterken

kalbimin dilek ağacına bağladım haziranı
sımsıkı tutup iki ucundan nazikçe düğümlediğim
30 daldan,30 gölgeye dönüştü benim beyaz kurdelelerim
çorak toprağımda
yeşillenemeden yitirdim
her bir düşen dalda bir gölgem eksildi
güneş yaktı kurudum
kalbimin dilek ağacına bağladım haziranı
ve 30 gün bekledim hazır her anını
yeşillenmedi.. yittim,ezdim kendi ayaklarımda
başkaca hain parmaklarına dokunmasın diye beyaz kurdelelerim
benim umutlarım, yaşama heveslerim
gelecek güzel gülerimdi beyaz kurdelelerim
kalbimin dilek ağacının 30 mahsun dalı
düştüğü yerden bakar bana ağlamaklı
sorar,ne kadar çorak bu toprak ne kadar yaralı
ben söylerim bir şarkı bet sesime kulak verin
ne açan güneşe döner yüzüm ne geceleyin
bana mutluluk olur mu bir tutam rüzgar
ne de sarı benizli ay çiçeklerin
bu dünya dert ve kahır ayırdı benim payıma
bekledim iyilik dolsun diye boşuna
aldığım nefesi verirken bile soruyorlar
bi daha almaya cesaretim var mı hala
her gece yatağıma uzanırken
uykusuz gözlerimi karanlığa çivilerken
sessizlik ve karanlık, ruhuma bir örtü
insan oğlunu kestiği dilim dailim ahkamlar çınlaşırken
zavallı kulaklarım bir ses işitir
karşı mahallenin köpeklerin havlaşır
içime serinlik daha bir yerleşir
sanki yokmuş karanlığın bir sonu
benimki bitmeyen bir kabus oldu
bi zamanlar prenses rüyasıyken oysa
ne bugün ne yarının sonu yoksa
kalbimin dilek ağacı ses versen
30 dalın kaçı düştü yere bilsen
kaç kaldı umudumu bağladığım
dallarında beyaz kurdelelere bıraktığım
sesimi gerisin geriye çekiyorum
ve ellerimi üzerinden ey hayat
kalbim sükut beynim yangın sonrası
küllerin savrulduğu bir kalafat
iyi geceler yer yüzü
ve mutluluklar gök yüzü




2.06.2010

haziran en sevdiğim ay

doğum günümü kutladığım için çocukken nasıl beklerdim. anne hangi aydayız, anne benim doğum günüm ne zaman, anne mayıs mı önce haziran mı??? ilkokula başlayıp da ayları öğrenince kurtulmuşları her sene terennüm eden bu suallerimden. tam o zamanlarda kardeşim doğmuştu. henüz matematikten bi haberken kardeşimin nasıl olup da benden sonra doğmasına rağmen doğum gününün benden önce olduğunu kavrayamamıştım. mayıs hazirandan önceydi evet, ve kardeşimin doğum gününü hep daha erken kutluyolardı:) renkli fasülyeden çözdüğüm yaş problemleri sayesinde duruma daha vakıf olmuştum. nihayet haziran yine benim en sevdiğim ay olabilirdi...sonra haziran ayı hep yaz tatilinin başlayacağı o muhteşem zaman dilimiydi. ilkokuldan lise bitene kadar hep haziranın bilmem kaçı beklenirdi. sonra eylüle kadar yaşanan sarı yaldızlı günler... üniversitede durum bazen değiştiyse de gene de haziranın popülerliği son final tarihi bakımından pek kaybolmadı. malum biz zavallı tıpçıların finalleri bazen temuzu bulurdu. Çocukluğumun hatırı sayılır bir kısmı adanada geçti. ve geçmekte.. yazın en yaşanılır zamanıydı haziran. akşamları çıkan tatlı esintiyle sokaklar dökülen aileler, balkonlarda toplanan komşular, kafeleri dolduran gençler, gölün kenarında konaklayan alemciler ya da balıkçılar, onlara kıyı boyu eşlik eden mısırcılar,biciciler,çekirdekçiler ve tabii aralarında hadi bi gölün kenarına inelim diyen bizler.kimsenin kimseye bakmadığı, telaşların evlerde ya da kontağı kapatılan arabalarda bırakıldığı, sosyal farklılıkların bir külah çekirdekte eridiği, kimi çizgili pijamalı kimi markalı jeanli insanlar..yani bizler... işletmelerden,restorantlardan yükselen müzikler..çekim alanlarına girdiğinizde başka başka alemlere gittiğiniz, üç dakikada bir ruh halinizdeki değişiklik ile kendini gösterirdi. bakışlar kimi zaman durgun suya sabitlenir, kimi zaman içinin kıpırtısına arkadaş olurdu tıkırtıyla karşıdaki adaya yolcu taşıyan motorlu sandallar.yaz tatilinin mahmur rehaveti henüz çökmemiş olurdu üzerimize. hafta sonları yakın yerlere günü birlik ya da bi gece konaklamalık küçük seyahatler. hafta içleri henüz yazlıklara yaylalara dökülmemiş arkadaşlarınla toplanıp sinemaya gitmek ya da o devrin meşhur caddelerinde volta atmak için toplanılırdı.lise çağlarımızda, genelde çoğunluğun diyet yapmasına rağmen,içimizden birinin, hayatı boyunca hiç rejim yapmaya da ihtiyacı olmayacak kadar zayıf birinin,hadi dondurma yiyelim demesiyle soluk alınırdı bir pastanenin önünde. Yaz akşamlarına uygun mönüler seçilirdi, hafif olduğu iddia edilen kızartmalar vazgeçilmezimizdi :),zeytin yağlılar ve soğuk çorbalar. dilimlenip soğutulmaya bırakılmış karpuzlar.akşam olurken annem babamı arar, hadi yemek hazır ne zaman geleceksin derdi . babam hep yarım saate demekle beraber takribi bir saat içinde evde olurdu.gerçi biz çoğu akşam dışarı çıkar,serin sayılacak bir yerde içecek olarak esen tatlı rüzgarı seçerek yerdik yemeğimizi. sonra bizimkiler çay keyfi yaparı, bu keyfi çoğu zaman bir dostlarıyla taçlandırırlardı.pazar akşamları balık pişerdi evde. kahvaltıda hala sucuk yenebilirdi. Adanada yazın sucukla yumurta anmbargo yerdi sıcaktan ben çocukken. temmuz itibariyle başlardı yasak.Televizonda salı geceleri sinema klubü olurdu. yıl boyu ders yüzünden izleyemediğim dizileri izleyeceğim sevincim tek tek tatile girmeleriyle havada kalırdı. tekrarlarıyla yetinmek zorunda kalırdın. her yaşın getirdiği sosyal hayat ve alışkanlıklar değişse de sabit kalırdı pek çok şey. Şİmdi salonda otururken aklıma dökülüveren bunca hayalin sebebi ziyareti çok yakınımızda, liselilerin mezuniyet kutlamaları yaptığı bir işletmeden yankılanan müzik sesleri ve arada neşeyle yükselen çığlıklar. Onca şey değişti, ,seyhan nehrini çevreleyen ışıklara bakarken düşünüyorum da onlar hala aynı. haziran ruhumun kapısında, elindeki sepette yine aynı şeyler var.bi açsam girmesine izin versem ben yine aynı telaşlar aynı heyecanlar aynı bilinmez hüzünlerle dolu bir ay geçiricem. ama almıyorum içeri. orda bekletiyorum. ona diyorum ki, haziran, bana babamı getir seni burda bekliyorum.

25.05.2010

alışkanlıklarımdan vazgeçiyorum

yaşadıklarım, bana hayata artık şımarma diyor. pembe tozlar saçan kanatlarını çıkart artık diyor.mutlluğun hayalini kurma boyu senden uzun diyor. elinde olana kanaat getir ve sus, öyle yaşa diyor. haklı mı? sonuna kadar.
önümde uzayıp giden metrelerce bir yılan var sanki. ya da bu bir afalt yol, yeni dökülmüş, sıcak ve yapış yapış. ama üzerine tek bir lastik izi belirmemiş. Benim kaderim onun üzerine rastgele konan toz zerreciklerinde yazılı.peki, hangi falcı okuyacak bu falı? hangi kahin bana yol göstericek. ya ben? kime sormaya cesaretim var olabilecekleri? sormak bi yana gönüllü anlatacaklara kulaklarımı tıkayıp bağırıyorum var gücümle. duymayım seslerini diye. Yok olmaya yüz tutsa da içimde kalan ümit zerreciklerine üflemesinler diye. Zaten kırık cmlarından içeri ne fırtınalar giriyor kalbimin. Zaten ortalık toz duman olmuş göz göz görmüyor.
Bazen yeniden mutlu olabilirim sanıyorum. Mutluluğu bi deniz kenarında ya da bir müzik parçasına bırakılmış bedene soruyorum. oralarda değil galiba. insan mutluysa eğer sadece denizi düşünebilirmiş ya da müzik dinleyip dans edebilirmiş. insan aslında ne kadar özgür, hür imiş. şimdi benim mahrumiyetim, bi kafede nargile dumanını kendime çok görmek, dönme dolapta gök yüzünün sonsuzluğunu içmesin gözlerim diye binmemek, canım çekse de buzdolabının rafında terk edilmiş sucuğa el sürmemek, arkadaşlarını arayıp hadi sinemaya gidelim dememek.yani, demek istediğim,o yokken, ben de esaretim.

12.05.2010

ilk görüş ve ankaraya dönüşüm

Ankaradayım, tus tercihlerini yapmak için gelmiştim. babam cezaevine girdikten sonra onu mutlu edebilmemin tek yolu sınavda başarılı olmaktı. benden özellikle istedi, derslerine çalış kuzum dedi. benim buna ihtiyacım var, benim sana ihtiyacım var... adana'da denedim bir hafta ama mümkün olmuyordu. eve giden gelen eksik olmuyor, 15 sene önce Kozanın bilmem ne köynde bile baktığı hastalar geçmiş olsuna geliyordu. Her çalan telefonda kalp atışları hızlanıyor,her çalan kapıda ''belki de..'' diye heyecanlanıyordum. Tabi gün boyu ağlamalarım ve herkesin bana ağlıyorum diye kızmları da cabası. içime kapandım iyice, odamdan çıkmaz oldum, elimde biyokimya kitabı yatağın üstünde öylece çalışmaya çalıırken 9 gün geçmişti. ve tabii ankaraya gönderdiler beni. gönderdiler demeyim de ben de anladım ki orda kalırsam bu iş olmayacak. ilk görüş günü babamı görüp çıktım yola.
İLK KAPALI GÖRÜŞ
ben sanırdım ki tel örgüler arkasında olacak babacığım. ellerine dokunaabilecek parmaklarım. meğer öyle değilmiş. 2 tane kalın cam,arasında 20 cm boşluk ve ortada demirden parmaklıklar vardı.telefonla konusuyrsun. 15 dk, görüş bittiğinde ışıkları kapatıyorlar,5sn sonra tekrar açtıklarında baban gitmiş oluyor. ışıklandırma çok zayıf ve camlar sanki yıllardır silinmiyordu. karşındakinin yüz ifadesini bile seçemiyorsunuz. iyi ki de seçemedik,yoksa babam dolan gözlerimi görürdü. ağlamamak için kendimi sürekli çimdikliyordum. eve döndüğümde her yerim mosmor olmuştu. Babacığım bize gülüyor,her zamanki şımarıklıklarını yapıp bizi de güldürmeye çalısıyordu. iyidi, emindi kendinden, memurlar kğusunda kalıyorum ingilizler var ingilizce çalışıyorum artık diyordu. şiir yazar, güzel yazar babacığım. shakesperare'ye rakip olacakmış..Kendine iftira eden sevigli bashekimi de onunla aynı koğuştaymış. napıyorsun dedim o adamla, napiim dedi,burada ancak kardeş olunur biz de kardeş olduk dedi. (tabii babam bilmiyordu o kardeş hala avukatı aracılığıyla bbamı sağlık bakanlığında tanıdığı milletvekillerine şikayet etmiş..ah canım babacığım...) Babam böyleydi, kendi hakında bir yerel gazetenin yaptığı (yalan) haberlere karşılık açtğı tazmiat davasını kazanmış,gazetenin sahibi benim kanser hastası çocuğum var yapmayın diye ağlayınca parayı avukatla geri göndermişti. ama babam tutuklandığında en acımaszı ve saçma haberler yine aynı gazeteden haftalarca mansetten yayınlandı. insanlara ve insaflızlıklarına lanet ettim.

öyle bir yer ki ceza evi, çalışanlar mahkum yakınlarına bile katil muamelesi yapıyor. halbuki sdece devlet memurusun sen be adam. sorduğun sorulara cevap yok, geç!sıraya gir! eğil üstünü arayacaz,çok yaklaşma bana ayakkabılarımı kirleteceksin! ayakkabılarını çıkart! ne terliği be yalın ayak geçeeksin!... Allahım diyosun,benm ne işim var burada. beklerken avluda,aranma sırasında, nüfus cüzdanı sırasında, etrafıma bakındım. bana benzeyen benim gibi giyinen bekleyen o kadar az insan vardı ki. hani başka bir ülkeye gittiğinde eğer varsa türkler hemen birbirini tanır ve bulur ya. öyle oluyor. değişik diller, farklı giyimler, tuhaf bakışlar ve senin gibi ürkmüş birkaç aile birbirine tutunmuş ayakta durmaya çalışan. babamın koğuşunda yatan başka bir dr beyin eşiyle tanıştık. hikayesini anlattı, 3 aydır bekliyormuş dosyalarının hazırlanmasını.bize içeriyle ilgili bilgi verdi, rahatlar,hasta bakıyorlar revirde dedi. böyle şeylere seviniyorsun, haftada 2 defa sıcak su verdikleri için yüzün gülüyor,sonra neye sevindiğini farkedip yeniden üzülüyorsun. işte böyle gitgellerle bitti ilk görüş. kapıdan çıkarken hüngür hüngür ağlıordum. Anneciğim tüm gücüyle gözlerinde süzülen yaşları kuruluyor dimdik yürüyordu. dağ gibi, çelik gibi. şaşkınlık ve hayranlıkla kazdıdım o sahneyi kafama. ve babamın anneme neden bu kadar aşık olduğunu daha iyi anladm.
ankara otobüsüne bindiğimde babama bir mektup yazdım, ankaraya gidiyorum ababacığım diyordum, kızın senin için br sınav kazanmaya gidiyor...

5.05.2010

emniyette geçen 4 günün ardından

salıgünü gözaltına alınmıştı babam. perşembe gecesi adanada annemlerin yatağına uzandığımda sabaha kadar dua ettim. ne göz yaşım durdu ne kalbimin sesi yoruldu.Allahım,nolur,babamı bırakma oralarda, yapmalarına izin verme bunu babama. o hak etmedi,o hak etmedi.nasıl battı o yatak sırtımdan ayak ucuma. bedenim nasıl yandı yorganın yumuşaklığı her dokunusunda. insanın canından çok sevdiği günlerdir tahta bir bank üzerinde oturuyorsa, o saatte ona uyku yoksa canı ne yanarmış meğer,3 gündür bilmeden uyuduğum uykulara bile lanet ettim. ahh allahım, bu nasıl bir yangın....... annem de uyumadı o gece. ikimiz de birbirimizi üzmemek için sessiz sessiz ağladık.bir ara dedim ki anneme ''anne, en azından yarın bir yatağı olacak. bize vermeseler de oradan kurtulacak''. aynı yatakta kıpırtısız yattık.tutuklanmasını orada olmasına tercih ederek avunduğumuzu birbirimize söylemeye çekindik. sabah ezanı okundu. anneciğim kalktı namaz kılmaya. köpekler uluyordu ben onları dinliyordum. birazdan kuşlar başladı sabah ibadetlerine. bilmem doğru mu ama öyle demişti babam ben küçükken, kuşlar da sabah ibadet ederler,en güzel sesleriyle öterek anlatırlar yaatıcılarına olan sevgilerini... onları dinledim,onlar susana kadar. sustular. şimdi caddenin sesleri başladı, arabalar, kornalar,insanlar.. işte yeniden başlayan bir gün. kmi için sıradan bir gün kimi için belki son gün. peki benm için nasıl bir gün? farkında değildim. hiç bir şeyin farkında değildim. tek bildiğim zor bir gün olacaktı. cumaydı ve artık yasal olan 48 saatlik gözaltı süresinin yasal olmayan 4. günüydü.

savcının siz bu adamın üzerine atın suçlamaları hepinizi serbest bırakayım dediğini duyduk. babama emniyette bilmem kaç bine bu işi hallederim diye giden avukatlrı gerisin geriye yolladığını duyduk. ihale komisyonun başkanı olan bir kadının, arkasında aşiret olan bir kadının,parası pulu çok olan bir kadının serbest bırakıldığıı duyduk.(isnat edilen suçlama ihaleye fesat karıştırma, benim hiç bir komisyonda yeri olmayan,imzası olmayan hatta o dönemde yurt dısında olduğu bakanlık göreviyle gittiği belgeşlerle sabit olan babam içerde-çünkü ihaleyi yönlendrmiş ellerinde çok somut dedliller varmış çünkü birileri öyle demiş.. fesat karışmış ihale kurulu başkanı dışarda-resmi evrakta atılan imza demekki huhkuk için somut sayılmazmış)

o gün adliyeye sevk ettiler. sabah 9 dan akşam 5 e kadar adliyede bekledik. bi kaç kiçi daha serbest bırakıldı, kalanlar nöbetçi mahkemeye. dedim ki anne,babamı bırakmayacaklar, bari biz onu rahat bırakalım artık. bizi düşünüp iyice üzülmesin,hele mahkum arabasına bindirdiklerinde..ellerie kelepçe ...takarlarsa...bizi...görmesin.................................................

eve geldik,gece 12 ye kadar sürdü mahkemeleri. bir ara anneme sordum, ne hissediyosun anne, nolacaksence? annem gözlerime baktı,titreyen gözbebekleriyle hiç sesini çıkarmadı. anladım,korktum,sustum.

Beklemek dostlar, hele de böylesine bir haberi, nasıl bitmeyen bir işkenceymiş. ki ne aldığın nefeste var huzur ne verdiğinde serinlik. her saniye yanıyorsun, kabuk da bağlamıyor neret,100 kez olsa 101.yi yine hissediyorsun. hem de aynı şiddetle.

1 kişi daha serbest bırakıldı ama o babam değildi. cezaevine giderken avukatın cebinden bizi aradı. üzülmeyin, ağlamayın, en yakın zamanda gelicem ben,bana inanın ben bi şey yapmadım.................

ah baba,nasıl dersin bunu bize? nasıl düşünürsün sana inanmadığımızı? ben kendimden şüphe ederdim senden etmem ki...etmedik de, zaten kendi uydurdukları suçların ikisininden kendileri vazgeçti. çete kurmak ve rüşvet almak. bunlardan o gün beraat etti. ama ihaleye fesat karıştımaktan tutuklandı. 3 gün sonra tüm bu olaylara sebep olan adamlar,yani babam hakkında suç duyurusunda bulunan adamlar,hastanenin eski yemek ve temzilik şirletinin sahipleri (bizden bu adam para istedi her ihale için bz de her ay elden 50 bin veriyoduk demişler ve onun üzerine bu dosya açılmış) biz ihaleyi kaybedince yalan söyledik,iftira ettik,çok sinirlenmiştik. ifademiz yalandır diye geri çekmişler. o adamlar da serbest bırakıldı. ama babam hala içerde. neden? diyoruz, tamam ulan yargılayın didik didik edin ama serbest bırakın öyle yapın mahkemelerinizi diyoruz. bu adam 30 yıldır bu memlekette doktor,yeri yurdu soyu sopu bellidir diyoruz. ne kararacak delil ne kaçacak delik vardiyoruz... ama bizi kimse duymuyor.

sanki hala kulağı sağır göklerin gözü kör yerdekilerin. avuçlarımız hala açık ama parmaklarımız kapandı artık...

4.05.2010

ankara adana otobanında en acı yolculuktu

arabayı kardeşim kullanıyordu. ikimizde susmuştuk. göz ucuyla bana bakıyordu,ağlıyor muyum diye. sessiz hıçkırıklarımı içimde boğup göz yalarımı içime akıtıyordum ben de o üzülmesin diye. hava kapalıydı hem ne kapalı. saat 13 civarında çıkmıştık yola. evde duramamıştık, 15 otobüsüne ayırttığımız erleri iptal bile ettirmeden atladık arabaya. ben bi valiz kitap alıp gidiyordum. ne zaman döneceğimi bilmeden. belki hiç dönmem,belki sınava girmem. sınav mı? allah kahretsin ne sınavı? hayat bu mu be! bu kadar klay mı?
hala ne olup bittiğini tam olarak anlayamamıştım.çünki annem telde bişey anlatmıyor ben soracak olsam ağlıyor hemen telefonu kapatıyordum. yağmur başladı. bizim akıtamadığımız damlalar şimdi ön camdan aşağı süzülüyordu. sileceklere çarpan damlaların savruluşnu izliyordum. tıpkı bizim gibi dedim kendi kendime. hayatta güvende olduğunu sanmak ne kadar da saçmaymış. işte biz de bu damlalar gibi düz birçizgi boyu ineceğimizi sanıyorduk. çat!!! yusuf yavaşladı. arabanın ön camında şimdi sileceklerinsileye çalıştığı bir kan izi vardı. bir kuş her ne hikmetse kocaman yolda gelip bizim arabaya çarmıştı. birbirimize baktık. söylemedik ama aynı şeyi düşündük. artık önümüze her çıkan kuş sürüsüne kora çalarak ilerliyorduk. yağmur kah duruyor kah artıyordu. sonunda adanaya vardı. gece yarısını bulmuştu.
ev kalabalıktı.. anne?... ağlamamaya çalışan üç zavallı kalp,sığınmış bedenlerde acıyla kvranıyor. birbirine sarılıp güçlüdurmaya çalışıyor. ne oldu?
... annemle babam 4 gün önce kaplıcalara gitmişti nevşehire. 2 gün önce babamı almaya gelmişler. anneciğim kalmış bi başına. üzülmeyelim die bize haber vermemişler. komşumuzu aramış annem, el kardeşim beni al buradan. onlar da gelip almışlar annemi. bizim gittiğimiz gün yasal gözaltı süresinin son günüymüş. yani babamın o gün serbest bırakılacağını düşündüklerinden bize bi şey dememişler. bakmışlar ses yok soluk yok...bize haber vermişler. hala bunları yazarken ellerim ttryior. hangi harfe basacağını parmaklarımın beynim kontrol edemiyor...
babam nevşehir emniyet amirliğinde bağırıyormuş, NE YEDİM NE YEDİRDİM ONDAN GELDİ BUNLAR BAŞIMA,HADİ, BAKALIM ELİNİZDEN GELENİ KOYMAYIN ARDINIZA!!!
annemin sn duydukları bunlar olmuş...

3.05.2010

son 3 ay

3 ay önce evinde tıkılmış ders çalışan, sıkılmış mızıldanan bir kızdım. sonra benim haberim olmadan tayinimn çıktığını ve müstafi sayıldığımı öğrendim. hemen öncesinde tus kadroları belli olmustu ve benmö istediğim branşlar artık yazma hakkımın olmadığı devletin eğitim araştırma hastanelerindeydi. zaten az olan kadrolara ben de yarıyarıya düşürülmüş bir tercih hakkıyla giriyordu. 15 tercihimin 8i elimden alınmıştı. ağlanmaz mı? ağlanır..ben hem de feryat figan ağladım. neden böyle oluyor? neden gittim sanki bitlise, neden yazdım sanki mikrobiyolojiyi?neden haırlanmadım geçen eylüle o kadar kolay bi sınavı kaçırdım???...................
2 ay önce bi gün, fizyoloji kitabını elime almış il sayfalarında henüz siftahlanırken(dünden kalma baş ağrım,başımda manyetizmalı bandım,elimde kahvem ve şişmiş gözlerim) telefon çaldı. günlerden perşembeydi.. annem, rabiş..bi şey söylicem..(anlamıştım ters bi şey var belliydi zaten 2 gündür annemin sesi birz fazla iyi geliyrdu) söyle anne... kızım babanı göz altına aldılar, 2 güün önce, yarın gözaltı süresi bitiyor,o zaman haber vericektik ama... anne babam hapiste mi? hayır canım emniyette, ne hapsi?! bugün brakmaları gerekiyordu ama bırakmadılar istersen gel istersen kal ankarada. tamam....ben..kalıyorum burda.....işte şokun ilk evresiydi bu. hayatımın ilk şoku ve e büyük acısıydı. ama henüz acıtmıyordu. arada sırada içtiğim paketi çıkardım çekmeceden.yaktım bi tane .bi nefes çektim,kapı vuruldu kardeşim geldi. gözleri kızarmış. ben 1de biniyorum dedi,saat 12 bucuktu. birden kalktım,ben de geleyim..toparlanmaya başladım.yetişemem ki ben şimdi,sen git ben 3e bineyim. ağlamaya başladım, nasıl ya,annemler tatildeydi nasıl? babamla 3 gün önce konusmustum en son. arkadaşımla oturuyorum rabiş sonra ararım ben seni demişti. sonra bi daha konusamadım. ne zaman arasam teli kapalıydı. kötü gidiyordu bu aralar hayat onun için,mutsuzdu,hekese küsmüş gibiydi,telefonlar kapatıyordu şaşırmadm. annemden ne zaman istesem babamı ya uyuyordu ya namaz kılıyordu...ah bbacığım meğerse sen o zamanlar boyunca emniyette o filmlerden gördüğüm nezarette,o bankların üstünde.........

27.04.2010

boş salonda gün ışığı karşı camdan yansıyıp parkeye vururken

taşınıyorum. hummalı bi çalışma sonucu evi toparladık. 3 gündür toplanoyoruz. toplan toplan.. her yer koli, içine girsem beni bile yutacak boyutta çöp poşetleri. ne varsa teptim. hiç uğraşamadım katlamakla. 3 posta yaptık yeni eve. bahçeliden ümitköye. doldurduk tıka basa arabayı taşı taşı.. hala bitmiyor. nakliyeciler son anda yan çizdi. bugün kaporayı aldık yani yarın kesin çıkmamız lazım. sabah nakliye gelecek sözde.inşallah yani,gelsinler artık. taşırlarsa yeni evin ancak perdelerini takmaya vaktim olur. saat beşte otobüse binecem. adanaya gidiyorum. perşembe sabah görüş var. babamı görücem. 2. açık görüşümüz. ceza evlerinin huylarını adetlerini öğrenmeye başladım. allahım ne zaman bitecek bu çile...bitsin artık. babamı çok özledim.........

23.04.2010

aynı gibi görünenler

kaç ay oldu? en az iki.. dokunmuyorum tuşlara, bekledim sınav geçsin diye. yazarken kendi içime aralanmış kapıdan içeri girerim diye korktum. girersem sonra çıkamam diye..
sabah indim otobüsten. gece yolculuğunun diz eklemlerime yaptığı acı dolu serüvenin ardından bıraktım kendimi yatağa. yüzümde aynı donuk beyazlık, şimdi nevresimlrin arasında kaybolmaya aday.aklımda düşüncelerin birbiine çelme takmaya çalıştığı br arena ki kan revan. kapadım gözlerimi,bilincimle birlikte yavaş yavaş kayboldum bu dünyadan.
oysa aynı zamanlarda statları doldurmuş yüzlerce küçük öğrenci,ellerinde kırmızı beyaz bayraklarını dalgalandırmanın ve çocuk bayramının keyfini çıkarıyordu.bir zamanlar benm de yaptığım gibi.
uyandım, beynimin içine sert bir iniş aptıktan sonra hafızam,nerde uyandım..dün..ah evet... kalktım. bi sigara arandım,buldum, yaktım. dokundum kumandanın tuşlarına. gözlerim imgelerle oyalandı,bunlardan hiçbiri beynime bi izdüşüm yapmadı. sehpada bekleşen laoptu açtım, blogun adresini yazdım. aylar öncesinden kalmış,bir koyu kış sabahında kalmış,hala aynı bıraktığım gibi kalmış...oysa ona hayat veren ben, ben de aynı mı görünüyordum?bi kaç yenii göz kenarı kırışıklığı ve sonun da benim saçlarıma da teşrif eden çömez beyazlıklar dışında..evet...oysa görünenin ardında değişen ne çok şey var.
anlatmak niyetiyle oturmuştum başına,fakat hayli uzunca bir girizgah oldu bu. sonra anlatırım,bakalım olacak olan bir sonramız varsa...

21.02.2010

gri pazar sabahından gün aydınlığı dileniyorum

evet aynen bunu yapıyorum,penceremin yanında oturmuş. az kaldı, surda bir iki ay sonra gök yüzü mavi olur. özledim.
enteresan bir dönemden geçiyorum. bu kadar çok yalnız kalınca düşünecek çok zaman oluyor. maphusluk gibi.bir gün iyi bir gün kötü. moralimin ucu pamuk ipliğine bağlı.kendi oyun sahnemde bile yedek oyuncu olmuş bekliyorum. pek de bi sessizleştim. doğru düzgün iletişimimi sürdürdüğüm tek kişi sevgilim. tabi ne kadar düzgün bi de ona sormak lazım. ben okul bittikten sonra üzerinden geçen 1,5 yılda çok şey öğrendim. hayır tabiiki tus bilgilerimi kastetmiyorum, onu da öğrendim ama sınavdan sonra unutmam da bi mahsur yok. asıl unutmak istemediğim hayatla ilgili olan kısmı. bu süreç bittiğinde ki inşallah 2 ay kaldı, hayatıma yeniden başladığımda bunları yeniden yaşamak istemiyorum.
her türlü duyguyu sonuna kadar yaşama tutkum nedeniyle en melankolik en mutlu en kendine güvenen ve en biçare ödüllerini içimdeki küçük sesler jürisi bana layık gördü. onlara teşekkürü bir borç bilirim.
ah yine başladılar, bizim burda iki simitçinin sabah atışması oluyor günün bu saatlerinde.
son söz: artık daha iyiyim. moralimi bozmayı ve kendime güvenmemeyi bi kenara bıraktım. kimsdeden ilgi,yardım,destek görmek şistemiyorum. işi daha dayanılmaz hale getirmeden ufak ufak şu 2 ayı atlatayım,olsun bitsin:) güzel olacak,ne olursa olsun güzel olacak...

19.02.2010

müstafi

ne demek biliyo msun blog?
geçen ayıın mecburi atamasında çıkmış ismim. ben o kadar bakmama rağmen hep yanlış listeye baktığım için görmemişim. erzurum karaçoban ilçesi, devlet hastanesi. haberim bile olmadan müstafiolmuşum. yanı? yani bir sene devlet memurluğu cezalısıyım, yani gecen sene bitlise gitmemin,istifa etmeyim die mikrobiyoloji yazmamın,2 tusu karavana yapmamın hiç bir anlamı kalmadı. üstelik kadrola açıklandı ki çok az.. ben en azından devlet yazabiliyorum die avunuyordum. son denemem 15 net düştü. ve ben öyle umutsuz, zavallı hissediyorum ki kendimi...bilemezsin.........

14.02.2010

onunla 4. sevgililer günü

o dedim ya blog , artık nişanlıyız biliyosun..yine de bu yeni rol modeli bana hala itici geliyor. netice de sevgilim o benim ve bu gün 4. 14 şubatımızı ''cepa alışveriş merkezinde'' kutladık!! yoo yanlış anlama onun suçu değil, daha doğrusu genel erkek umarsızlığı değil. bu defa ben dedim kutlamayalım istemiyorum diye,dün anlatmıştım. cepada bi işimiz vardı onun için buluşacaktık,bi" de yemek yeriz olur biter işte die program yapmıştım. hediye de almamıştım bi şeyler yazayım diye kağıt kaleme uzanırken neden bi şeyler yapmıyorum ki dedim. bazanın altından ne zamandır elimi sürmeye fırsat bulamadığım hobi kutumu çıkarttım. içinde ne arasan var türünden onlarca malzemenin arasından renkli takı tasarım tellerini seçtim. onlardan komik bir adam bi de bisikler ya da yanına bi kız falan yapayım dedim. spiraller oluşturacak şekilde kıvırıp içiçe geçirdiğim tellerden yapacağım şeyler zihnimde çok hoş görünse de gerçeğe yansıması pek öyle olmadı. hem zormuş hem yeteri kadar malzemem yoktu hem umduğumdan zor bi işmiş.ilk haline uzak yakın ilgisi olmayan onlarca kez değişen projem nihayetlendiğinde ilkokul el işi dersi ödevi tadında bi seyler çıktı ortaya. bi de vakit harcamayım ders çalışıyorum die hediye almaya çıkmak istememiştim..halbuki bu muhteşem objeye harcadığım vakitle ankarada 3 alışveriş merkezi gezer yahut netten yaratıcı bir hediye fikri bulup siparişi verir ya da sürprüz bir program ayarlayabilirdim... neyse ben yine de paketledim. veririken de önce bunu oku die üzerine iliştridiğim notu gösterdi. sana anlattığım gibi anlattım ona da bu ilkokul mantalitesinde vücut bulan hediyemin hikayesini. güler demiştm,beraber dalga geçeriz bu da komik bi anı olur bize.. ama o çok sevindi.aldığım en güzel 2. hediye dedi..(ilki neymiş ki,şimdi aklıma geldi sormadım..) kimseye gösterme dedim, yatağımın başına koyucam dedi.. ben işte bu yüzden bu kadar mutluyum, ve o kadar çok seviyorum,üstelik çok da aşığım...cepada yemek yedik sonra sevdiğimiz bir yer var peppermill die oraya gittik tatlı yemeye. o kadar kalabalık ve her yer çift dolu ki.. ben oturduğum yerden her masanın dedikodusunu yaptım. bu masa birbirini çok seviyor,ne güzeel yüzlerinden belli... bak bunlar artık tamam, kız süslenmemiş bile, oturmuş artık ilişkileri... valla şu adam kızı götürmeye çalışıyor, bak işte,habire öpmeye çalışıyor ama hiç el ele tutuşmuyolar...aa bunlar yeni başlamış,canlarım..inşallah hiç ayrılmazlar...bööyle uzadı gitti, sonra bana yeni bi tel aldık ki duble hatlı ucuz bi şey,onu çözmeye uğraştık bi süre. kapağını açmamız 15 dk aldı:) kullanma klavuzunda söyleneni yaparken neredeyse kıracaktık,meğer başka türlü açılması gerekiyormuş. hey benm asil milletim,türk kafası die bizi tiye alırlar bi de. neymiş efendim okumazmışız ullanma klavuzlarını. okumicaz tabii,okuduk da noldu? ben araştırmacı gözlemci kişiliğimle aa buraya tırnak sokma yeri yapmışlar die bi yerden açtım kapağı:) akşamımız güle aylene geçti. daha gazeteye yazı yetiştirmem lazım. bugün hiç ders de çalışmadım... ben kaçtım blog, ii geceler.

13.02.2010

aman be blog laf olsun die yazdım işte,aldırma sen..geçer...

hoplaya zıplaya yaşarım sanmıştım, hayat uçsuz bucaksız yemyeşil çayırlar gibi uzanır önümde hiç taş çamur çıkmaz sanmıştım. üzerimde beyaz elbisem kirlenmeden yürürüm sanmıştım. güneş hep ışıl ışıl parlar, başarı mutluluk hep benim olur sanmıştım. üstelik bunların hepsi kolay olur sanmıştım. halbuki ne zormuş. ne kadar yıpratıcıymış. bir şeyler elde etmek için ne kadar çaba,güç sarfetmek lazımmış.savaşmak sadece hayatla olmuyor,en çok kendinle savaşıyorsun. psikolojik inişlerini çıkışlarını dizginlemek zorundasın, almadığın sorumluluların uzaktan sana bakıp sırıtıyor. hayatlarını yoluna koymuş gibi geliyor senden başka herkes. sen de oturup onları izliyorsun. önce sokaklardan çekiliyorsun,sonra insanlardan alıkoyuyorsun kendini. telefonunun şarjı bitmiş, ne önemi var ki... ailenin kucağına saklanıyorsun iyice. kendini buldum sanıyorsun.

yarın sevgililer günü, program yapmaya çalışan sevgilime canım hiç bir şey istemiyor çıkmayalım dedim. hediye almadım , sakın alma diye başının etini yedim. sonra bi duyduk ki sertap konseri varmış, bi öğrendik ki bilet yokmuş. kanatları ıslanmış çirkin bi kuş yavrusuna dönüştüm birden. ağlayasım geldi. ne saçma,halbuki hevesi olmayan bendim. netice de.. noluyor bana böyle? nereye varıcak sonu? tüm heyecanlarını kaybetmiş orta yaş eşiğinde geçkin bir kızım artık. malesef...

7.02.2010

uzun zamandır bu kadar güzel geçmemiştin zaman

güzel bir hafta sonuydu. yazasım geldi. cananla vaka kampına gittik bu hafta. beş gün yorucu bir tempo,ayların süregelen ders çalışmak durumu. bu hafta da kamp olunca hafta sonu gezelim dedik. cuma akşamı ders çıkışı emrah beni almaya geldi. ders erken bitince hep beraber yemeğe gidelim dedik. burgera geldik. ankaranın göbeği desem mübalağa etmiş olmayacağım kadar kalabalık bir yer, Bahçeli de vızır vızır bir caddeye zar zor bulduğumuz bir yere cananın arabasını park edip karnımızı doyurmaya gittik. biz yemeklerimizi yiyip mutlu mesut dönerken bi baktık cananın arabasının camını patlatıp emrahınçantasını çalımışlar. şok olduk. çok üzüldük,yapcak bi şey yok evlere dağıldık. ertesi gün sinemaya gtmek üzere buluştuk, aramıza ümit eklendi.sinemadan sonra yemek yedik,sonra başkabi yere geçtik, cananın eve gitmesi gerektiği için erken ayrıldı,biz başka bir yere gidip gece yarısına kadar muhabbet ettik. o yorgunlukla dün gece nasıl uyuduğumu bilmiyorum. bu sabah emrahla kahvaltı yaparken ne yapacağımızı konusuyorduk,bir de baktık ki yine aynı ekip bizim evde toplanmıi,gokarta gidiyoruz. iki tur ,o soğukta dona dona karting yaptık. çok eğlendik,ordan bi yere yemeğe gittik,sonra tabu oynayasımız geldi, tabusu olan bi cafe bulup bi tur da tabu döndürdük. sonra yine dağıldık. eve geldim,bi boş.. kendimi temizliğe verdim. akşam vakti 8 buçuktan 10 a kadar temizlik yaptım,çamaşır falan yıkadım. sonra televizyon.. artık pazar akşamları sıkıcı olmuyor tv..çok güzel hareketler, yetenek sizsiniz,şimdi de okan var. babam da otobüse bindi adanadan, sabaha inşallah burda olur. yani böyle blog,hiçbi amaç gütmeyen bu yazım, uzun zamandır yapamadığım herşeyi yaptığım ve her ne kadar bu aralar gergin ve sinirli olsam da mutlu olduğum bi hafta sonunu sana da anlatmak içindi. arkadaşlarıma sevgilime doydum, gezdim, eylendim, dinlendim, ders dışı bi şeyden ötürü yorulmanın keyfini çıkardım,uzun uzun kahvaltı yaptım...bir de ne kadar didişsek de sevgilim..sana bi kez daha aşık oldum... seni çok seviyorum ve şimdiden çok özledim..................

9.01.2010

her adımda biraz daha kısıldı ayak seslerim

bir yolculuğa çıktım bu hafta sonu. sıkılmıştım o karla karışık karanlığa alışık şehirden. yaralarımı orada bırakıp kaçarım sandım. kırgınlıklarımı unutur giderim. uzanıp giden asfaltın sessizliğini seyrettim yol boyu. otobüsün kocaman camından uzun zamandır uzanıp bakamadığım gök yüzünü doyunca. bulutların arasından arada sırada başını uzatıp aradığını bulamayıp geri saklanan güneşi izledim. yalnızlığını düşledim. ne zaman doğduğunu bilmediğim ama hep tek başına olduğunu bildiğim güneşi. o da benim kadar acı çeker miydi acaba? gönlü hep doldu sandığında ansızın boşalıverir miydi? kitap satın almıştım bir ay önce, okumaya fırsat bulamadığım sayfalarının arasında bir öyküye takıldı gönlüm. kanatlanmış bir martıyla göğe yükseldi, kokusu yitmemiş bir gülle dertleşti. yol akktı ben sandım ki gittikçe bitecek içimin sözü, bittikçe feraha erecek azab-ı ruhum. gönlümün kapısını açtığım kimselerin beni mahkum ettiği kimsesizliğini unutacak. yol bitti. bu gün bir söz işittim,kaç kişidir sana yarenlik eden? sence az değil mi? o vakit dilimden düşen rakam şimdi eridi bitti.hiç oldu. hiçliğini ben yeni mi farkettim, yoksa unutup unutup yeniden mi dirilttim? haşa yoğu var etmek bana düşmez ama var sanmayı iyi beceririm. sandığıma inanmak inandığımı unutmak...düpedüz kandırmak yani kendimi. iyi bilirim,bildiğimi de unutur her seferinde yeniden yeniden öğrenirim. kaçıncı can yakmadır bu? ne iflah olmaz bir öğretmen var içimde. evire çevire ders veren, hiç acımadan,yıllardır kazıyan. artık altında çıkacak başka boya kalmadı be hocam..yetmez mi be.. yetmez mi artık birilerini sevmemek için verdiğin dersler,yalnızlığı kabullenmek için daha kaç defter ödev yapıcam? ha yok bu senin kaderin diyosun..evet bilirim. kaçmak istedim ama olmadı. kabul, buyur al.

neyi veriyorum biliyor musunuz? ben bir yola çıktım bu hafta sonu, ucunda gönlümün son kalan güven kırıntısına ait kimsenin olduğu. güya yaralarımı biraz olsun sarmalayacağım. yol bitti, kayıpların acısını dindireceğim yere hepsini kaybetmenin acısı yüreğimde dönüyorum şimdi. evet hafifledi ,içinde tuttuğu isimleri döktü o soğuk mavi asfalta. her kilometre levhasının yanında bir başkasını. finale en büyüğü kaldı. o da gitti. şimdi pek ferah pek hafif işte. aldığı bu verdiğim bu. alış veriş tamam mı? bi de içim ısınırdı..hani sevdiklerinizin yanında olur ya, güvensizliğiniz, tedirginliğiniz kaybolur..yer yüzü size aitmiş gibi bir güvenle oturursunuz olduğunuz yere..sıcacık olur ya kalbiniz..işte onu aldı,bozuğu yokmuş..üstü kalsın dedim. cebimde yalnızlığım kaldı, o da dönüş için.

6.01.2010

kütüpanede bir gün

geçirdim iştw bir gün. bugün kütüpanede ööle geçti gitti. ama bugün daha iyiyim. 9 buçuktan 5 e kadar durdum. şimdi de çalışacam. hafta sonu kaçamak yapıcam :) nese blogum sevgiler, saygılar...
ps: emrahın sınavı yarın açıklanacak... merakla bekliyoruz:) inşallah 2010 bizim yılımız olur...

5.01.2010

kar yağsa

içim bi daraldı blog,bi türlü aydınlanmıyor. kar yağsa diyorum,bi aydınlansa ortalık.. ne istediğimi bilmiyorum hiç di mi..ufff...

hep aynı yerden ıssırmak dudağını

biliyorum çok manasız bir başlık. ama nedense bugün bu duruma takıldım. evde bulaşık yıkıyordum,dudağımı ıssırdım. sonra oranın şiş olduğunu ve biraz önce de ıssırdığımı farkettim. artık ikide bir dilim o minik şişliği yokluyordu. yapma dedim kendime,dikkat et dudaklarımı öne uzattım dişlerimden uzak olsunlar die. elimdeki son tabağı bulaşık sepetine çevirirken hop.. bi daha. o anda dedimki kendime hayat da tıpkı böyle geçiyor. hep aynı yerden ıssırıyor. önlem alamıyoruz sadece farkında olabiliyoruz. o da her zaman değil.
...
neyse konu değiştirelim, dün hayatımda ilk kez kuru fasülye pişirdim. et sevmem yemeğin içinde,etsiz yapayım dedim. danıştım büyük şef google'a dedim bana bi tarif ver ki içinde et olmasın, fırında olmasın(fırınım yok) zor olmasın.ta taa ''sütlü fasülye''. ismi mahallenin evde kalmış balık etli komsu kızı lakabı tadında. efendim fasülyeyi sütle pişiriyorsun soğan ,zeytin yağı ,domates(benim domatesim de yoktu annemn domates sosuyla salçayı karıştırdım) ,bi tutam şeker ilave edip pişiriyosun.ha bi de üstüne kırmızı salçalık biber olacaktı jülyen doğranmış, olamadı çünkü o da yoktu. şimdi bu ilk ya,bi de benm kuru fas,lye cinsi hakkında bi bilgim de yok.. biraz irice sanki bunlar dediğim fasülyeciklerim piştikten sonra çatalla yenecek boyuta ulaştı. kesinlikle abartmıyorum, vallahi. ben çatalla yedim kardeşim en fazla 2 tane ağzına atabilmiş. (kardeşim kocaman enine boyuna yağız bir adana delikanlısı..hani gözünüzde canlandırın die.) tadı mı? ne diyim ben zor yedim. bi de kocatencere nasıl bitcek die düşündüm. bugün öğlen yemeği için ne sipariş etsem acaba derken buz dolabını açıp tencereyi çıkardım. bi kokladım, (her şeyi koklarım yemeden önce,o kadar profesyonlleşmişim ki salatanın limonunu tuzunu koklayarak anlayabiliyorum) aaa..koku sanki şeyy gibi...tanıdık ama şey... barbunya!
efendim meğerse bu yemek soğuk yenirmiş, üstüne bir deste maydonoz doğrayıp limonu da sıktım mı kendine geldi fasülyeler... yani sanırım fasülyeler,başka bi şey de olabilirler tabii. ne bilim belki de barbunyaydılar.(annem almıştı da)
sevgilime göre benm yaptığım yemekler 2. gün yenmeli. her yemeği ertesi gün revize ettiğimi düşünürsek..haklı galiba...