30.05.2008

bir nöbet öncesi


polikinikten çıkmıştım. saat 17 küsür. içinde saç köpüğünden sudokuya gerekli gereksiz herşeyi yüklediğim nöbet çantamı sırtlanıp asansör beklemeye başladım. nöbet devralmaya. sondan sayarsak 9. nöbet, bunu saymazsak 8 diye budalaca bir hesap eşliğinde potansiyel enerjimi 8 kat arttırdım.(asansörün hızını bilemediğim için kinetik enerji hesabına giremicem) enerji dediğime bakmayın, poliklinikten arta kalan bir kaç ATP mi ayaklarımı sürümek suretiyle kendimi intern odasına atmak için harcadım. (şimdi aklıma geldi hareket eden asansör olduğuna göre benm enerjime bi katkı sağlamaz,sanırım fiziği unutalı çok olmuş...) ve işte intern odası, her nesnenin üzerini dantel misali örten 3 parmak tozu,kargacık burgacık yazılmış iş listeleri,evinin yolunu tutanların mutlu ayak seslerini anımsatan üzeri çizilmiş iş listeleri... birbirine girmiş kan tüpleri, kullanılmamış ya da yarı kullanılmış(kan şekeri bakmak için sadece uçlarından faydalandığımız) enjektörler,biraz daha beklerse tarihi eser statüsünden yararlanmaya aday bir bilgisayar( ilk alındıklarında hemşire biraz arıza vermeye başlayınca doktor ve en sonunda çöpe atmak yerine bi işe yarasın ?! diye intern odasında emekliye ayrılan bizimle yaşıt makinalar),her ışık almayan şeyin(masa-sehpa-yatak-çekyat)altında sebebi bilinemeyen bir mitozla çoğalan, teki genelde gayb alemine dalmış, bilinen adıyla SABO terlikler,bazen bir pencere tutamacına asılmış bazen yatak kenarında unutulmuş çoraplar, içilmiş,yarı içilmiş veya içilmemiş ve üstüne mutlaka isim yazılı bir flaster parçası iliştirilmiş; izmaritli bazen partiküller içeren nadiren de olsa saf su dolu şişeler,eline kalem alan her internün nedense kendini kaybedip duvara savurduğu isyan-acı dolu komik-ironik yazılar, temsili resimler(örnekler: ''intern varken hiçbişeydir yokken herşey'',''alayına isyan inadına müslüm baba'','' world is yours'' gibi farklı kültürlerin cinnet anında paylaştığı ortak duygu durumunu yansıtır),ortalığa saçılmış tus kitapları,bir hafta öncesinin yarı okunmuş gazeteleri ve asla okunmayan tekstbooklar, çıkarıldığı gibi atıldığı belli olan beyazdan griye değişen renk skalasına sahip önlükler, sahipsiz sanılsa da ortadan kaybolduğunda mutlaka sahibi çıkan içi, 1-iyi ihtimal:sararmış 2-kötü ihtimal:küflenmiş bardaklar,yerlerde uçuşan sipariş yemek poşetleri, içinde çay içilmiş steril idrar kapları,kaşık niyetiyle kullanılmış insülin iğneleri,yastıklar-lar-lar,aynı yatağa psikopatça geçirilmiş kat kat çarşaflar-lar-lar...ve daha benim aklıma gelmeyen ama internlük yapmış herkesin (cerrahpaşa ve muadilleri hariç) zihninde birbiri ardına canlanan teferruatlar...

ee ben ne yazıcaktım... nerden çıktı bu betimleme tutkusu???

neyse sonç olarak intern odasına gelmiştim,kısmen de olsa özgürdüm artık.(insan tüm gün bir poliklinik odasında,bir asistanla üstelik baş asistanla,hem de kavga ettiği bi baş asistanla oturmak zorunda olunca özgürlük kavramı biraz değişebiliyor) nöbet kıyafetlerimi bizim tabirimizle pijamaları giyip kendimi koltuğa atıcaktım ki heyhayt!!! tüm gün içmediğim ama beni alttan alta hiç durmadan çağıran o beyaz buluttan oluşmuş ok peşine takıp iktisat fakültesinin büfesine kadar sürükledi. bi paket m......light, üstünde bugünün tarihi basılı bi gazete ve yeni ayın müstakbel nöbet listesiyle acilin önüne çöktüm. sigara yasağının henüz nerelerde geçerli olduğunu anlayamadığım için her yakışıma eşlik eden taşikardimle beraber bir nefes çektiiiiiim ..........ve püfffffffff.....dumanın ucuna gözlerimi takıp gökyüzüne salıveriyordum ki...


hastanenin ortasında bir yuvarlak çimen parçası,etrafı taşlarla örülmüş,göz zevki maksatlı-amaçsız...üzerine oturmuş bir kadıncağız,bir eli çimenlere gömülü- görünmez olmuş.bacaklarını gövdesine doğru çekmiş,bükülmüş yay misali.başı sağa eğik,gözleri yerde.kendince bi şeyler anlatırmış, dudakları kıpırtısız.serbest kalan diğer eliyle çimenleri okşuyor...

acaba deli mi? psikiyatriden mi inmiş,yoksa ağlıyor mu?? tam da burda,hastanenin ortasındaki yuarlak çimen bulutunun ortasına,tam ortasına,hayatın dursuz duraksız akan bir noktasında tam da bu anda hayatın içine sanki gökten zembille sanki görünmez bir sicimle indirilmiş ve sanki kimselerden bi haber kendi başına derdini kendi kendine anlatır ya da ağlatır ya da bilmediğim bi şey yapadururken o kadın, ben onun karşısında,maddenin üç fazını aynı anda yaşarken,eriyip akarken,buharlaşıp uçarken...


bir araba durdu ani bir fren ve........... ''sedye yok mu?''

siyah kapı aralandı,kucağında bir kadın-yarı baygındı-esmerden bir adam çıktı.omuzları çökmüş... müydü???


bu kadar yeter derrcesine elimden düştü sigaram. bir ayakkabı darbesiyle son buldu ateşli tango. kalktım,etrafıma bakmadan yukarı çıktım.daha fazlasını görmeye tahammülüm yoktu.

25.05.2008

bir baba-kız,bir bardak su ve parmak çocuğun hikayesi


ölüm yazın hiç aklıma gelmez. belki haziranda doğduğum içindir.

pastel renklere boyanmış bir gün geçirdim, güzel bir gün. ve bir gün daha hayatın geri dönüşüm dosyasına anı klasörü9125 olarak atıldı,uzantısı gizli.
belki bi daha hiç hatırlamıcak belki de hiç unutmicam. düşünüyorum bugünü anımsatacak bi şarkı, evet, ''...just a perfect day''.

dün akşamın gelişini izlerken,babamı özleyip ağlayıp,6 yıldır onsuz yatıyorum yatağa derken...

ve babam,
hayatta en çok aşık olduğum adam...
ilk sevdiğim, ilk özlediğim.
kokusuyla tek titrediğim.
uyuyamadığım gecelerde hep yanımda olurdun.
karabasanlarımı kılıcıyla bir bir yere seren,saçlarımı okşayıp,masalar anlatan kahraman.
senin tatlı sesinle uykuya dalarken, şimdiki adı huzur, içimi doldurur da taşardı gözlerimden ıpılık.
ve biliyo musun,hala ben,uyuyamadığım gecelerde,25 yaşımda,hala, seni düşünüyorum.
ellerin yine saçlarımda geziyor.
sen bana parmak çocuğu anlatıyorsun.
dün nerde kalmıştık rabiş diyosun.
vişne suyuna düşmüştü baba,bi yandan içip bi yandan yüzüyodu diyorum..
nasıl yüzüyodu bakalım diye soruyosun, hüüüüp diye baba...hüüüp.......

yaşlanıyorum galiba.
ondan bu denli hüzün,olur olmadık yerlerde bu kadar ıslak gözlerim...

kucağına sığıverip,göğsüne başımı koymadan düşmezdi ateşim.
kalbinin sesini dinledikçe geçerdi sancılarım.
hatırlıyorum üç yaşımdaydım...

küçük kardeşim gelecekti.
serçe kanatlı telaşım,siz hastaneden dönünce,yalnız ikiniz, kardeşin 0lmicaktı biz sana şaka yaptık diyince...
baykuş gamına dönmüştü.
''yalan söylüysunuz,o öldü'' deyip kaçmışım odama.
ölümü bilir miydim acaba?
nerden öğrenmiştim hatırlamıyorum.
kendimi odama saklamışım çocuk boyu depresyonumla.
bi tek sen işten dönmeye yakın kapının yanında beklemeye başlardım.
yüzüm gülene kadar her gün bana oyuncak aldın,her gün..
kim bilir kaç gün..hatırlamıyorum.
tek hatırladığım elektrikli bir tren,kırmızı yeşil vagonlu, çuf çuff giden...
sen işe gidince evde kıyamet kopardı.
öğlen tatillerinde eve gelmek zorunda kalırdın.
çok üzmüşüm şimdi anlıyorum,anneciğim,özür dilerim...
ama ilk terkedilişimdi benim
sen her gidişinde kendimi yapayalnız hissederdim.
yatak odanızdaki kahverengi pufa oturur,
tuvalet aynasına iliştirilmiş siyah beyaz fotoğrafını işaret parmağımla okşardım.
sonra annemin yanına koşar,''bak anne babam ne kadar yakışıklı bak bak?'' derdim...

her gece yatmadan önce ellerim bir elinde,
seni koltuğundan koparana kadar çekiştirirdim,babaaa beni yatır diye...
lise bitene kadar,her gece geldin.
hiç büyüdün artık demedin..
ben yatğa zıplarken sen yorganı havalandırarak üzerimi örterdin.
genize çelme takan bir çocuk kahkahası
ardı sıra yorganın yorgun hışırtısı
yanağıma bir öpücük.
kollarım boynuna dolaşık, dua etmeyi unutma derdin...
tamam babacımm şeeyyy, bi de su...
eşikteki adımın havada kalır,yüzünü bana dönerdin, kocaman bir gülümseme sarkardı dudaklarından.
sen dönene kadar tavanda sırıtık gözlerim öyle beklerdim.
suyun dibini geceye bırakır,son bi kez seni öper uykuya dalardım.

geldi zaman gitti zaman, bizden pek çok aldı zaman
gün aşırı şehirlere
tek tek attı bizi zaman...

ama sen geldin,
ben bu yazıyı yazarken çıktın geldin.
tuşlara seni anlatırken uçağa bindin,
ekran gözyaşımı silerken kapıyı çaldın,
kalktım açtım.
bi de baktım karşımdasın.

yorganımın kenarlarını kıvırıp beni sarmaladığın için,sevgine
tüm düşlerimi vazgeçilmez bir kokuya pazarlıksız sattığım için,ellerine
dünyanın en huzurlu kucağına sığınabildiğim için,kabuslarıma
eğilip yanağıma taktığın yumuşacık için,pamuklara
ve beni hiç bir gece yalnız bırakmadığı için, bir bardak suya
teşekkür ederim.........................























23.05.2008

gece

pencere açık. esen rüzgar yazın kokusunu getiriyor. kendimizi sereserpe bırakıyoruz sert zemine. halının dokusu tenimize işliyor.gözlerimiz gök yüzünde, şehrin ışıkları 4 yıldız saymama izin veriyor.yerde uzanan bedenlerimizin izleri duvara düşüyor. ölgün ışığın altında büyüyor. ruhumuz parmak uçlarımızda şimdi. ellerimiz birleşiyor.radyonun fekansı 98.8 e ayarlı. kalp atışlarımız çalan müziğin ritmne uyum sağlamış. yavaş yavaş hücrelerimize işliyor. basın tellerinde sarsılıyor, gergin davul derisinde titriyoruz. hiç konuşmuyoruz. gögüs kafesimiz eş zamanlı alçalıp yükseliyor. bir sarmaşık üzerimizi kaplıyor. görmeyen gözler bizi izliyor. gece bize bi kapı açıyor. zamanı dışarda soyunup giriyoruz . adımlarımız boşlukta kalıyor. düşüyoruz birlikte. sonu gelmiyor. bas daha güçlü vuruyor şimdi, bagetler daha sert iniyor. biz düşüyoruz. hiç konuşmadan.gözlerim hala 4 yıldız sayıyor. derin bir soluk alıyoruz, yıldızlar içimize kayıyor...

21.05.2008

yeşil erik



odanın ortasında,bir adam boyu halıya uzanmış,kolları çaresizce iki yanda,elleri yumruk. gözleri fotonlardan arınış bir tavanda. kim bilir hangi can acıtıcı sahnenin kaçıncı tekrarında. su anda blogun fonundan dinlediğiniz şarkı çalmaktadır camları zangırdata zangırdata...


kapı yumruklanır,çalan zili duymayınca. açılır karanlıkta el yordamı, müphem bir telaşla. sureti hüzünden çizilmiş bir adam durur karşısında. elinde iki kilo yeşil erik,tek tek seçmiştir,sevgiliye adanmış aşkı anlatırcasına.avuç avuç dökmüştür akıtamadığı göz yaşlarının adına...


ben tutkuyla yerken eriği,o kaçar giderdi. ne görüntüsüne dayanabilirdi ne sesine.bu güne kadar hiç yemedin mi derdim hayretle, bırakın yemeyi dokunmamıştı bile...

20.05.2008

dostlarıma

10bin tane domino taşınız var diyelim.9bin9yüz99 tanesini dizdiğinizi düşünün. her birini tek tek nefesinizi tutarak,usulca yerleştirdiğinizi. kim bilir kaç kez en ufak bir hatayla devrildiğini ve sabırla yeniden dizdiğinizi.
en sonunda başardınız. 1 tanecik kaldı. elinizde sımsıkı tuttuğunuz son taşı terlemiş parmaklarınızın arasında usulca çecirdiniz......derken,bir tanesi düştü. hayır,dur!!!.. allahtan son sekiz...92,93,...98,99 derinbir nefes aldınız. bi terslik var mı diye etrafa bakındınız. açık bir cam mı kalmış acaba,bi hava akımı mı yoksa yerde farketmediğiniz bir pürüz mü var?. yok yok hrşey yolunda tamam. derken..n yine çıt.....çıt......çıt...çıt..çıt.çıtçıtçıtıttıtııçıt.......nerden geldiğini anlamaya çalışıyosunuz.gördünüz,kahresin neredeyse tam ortası. yalnızca gözlerinizle takip edebilidiğiniz çaresizlik anını düşünün.ve tam bu sırada hareketlenen başka bir sıra ve başka biri daha ve...çıtçıtçıtçıtçıtıtıtıçıçıtıçıtıtçtıçıtıçıtıçıtıçıtıçıttttçıtttttttttt..................

'' kalbim ince bir bardaktı,
çay içerken dişledim kırıldı...çıt!!!''


işte böylesine bir anımda,ardı arkası kesilmeyen ''çıt''ların arasında bana sevgi şarkısı söyleyen dost tınılarıma sesleniyorum...romatoloji poliklinik odasında,2fellow 1 asistan ve 1 reprezant arasından.

kısacası,hepinize teşekkür ediyorum. mor perdelerimi güneşe sımsıkı kapayıp, battaniye kamuflajında,buruşturulmuş peçetelerden bir barikatın ardında içime gizlenmişken...siz geldiniz...birer birer,gün ışığı getirdiniz.

Nili,ufuk,gülnihal ve canan...


gözyaşlarım bu dört kucakta kurudu,dört güzel ses karmaşık zihnimi sildi süpürdü. dört şefkatli el saçlarımda gezindi. dört kocaman kalp dertlerimi bir bir yuttu. her çaresiz saniyem varlığınızda bölündü.ve tüm tükenmişliğim bi yanımda, sümüklü peçetelerim diğer yanımda büyür dururken,ben yatağımda en büyük kurtarıcım uykuya kendimi teslim ederken şükrettim tanrıya. bu kadar şanslı olduğum için...

sizi çok seviyorum...
















19.05.2008

canandan alıntıdır

nasıl bir şey oldu bu?
kim kazandı bu ben diyeyim beş, belki 6 ve hatta 10 kişilik savaşta?
kimin elleri ısındı soğuk bir kış akşamında? kimlerin yanakları ıslandı sıcak elleri ısıtan kişi olmadıkları, olamadıkları için?
kaç şarkı, kaç kişiye adandı ha?
şimdi siz, her şeyi söyleyen siz..
susmayın, söyleyin..
kaç gece, kaç kişi uykusuz kaldı? kaçı uykuya verdi kendini?
kaçı evden çıkmanın anlamsız olduğu hatta uyanmanın dahi anlamsız geldiği günlere başladı, devam ettirdi, bitirdi? hem söyleyin, kaç gün böyle geçti, geçecek?
yorgun değil misiniz?
yorgunsunuz..
yorgunuz, hepimiz yorgunuz..
hissiz, nötr ve yorgun..
öyleyse şimdi topluca susma zamanı..
siz tutun, geçmesin zaman.
siz tutun, tutun hayatın bir ucundan..
çünkü ben bırakıyorum..

her bir göz yaşının anısına

...............................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................

18.05.2008

24 saatlik HAZİN bekleyiş

gece kaçta uyuabildiğimi bilmiyorum.asistanın dürtüklemesiyle uyandım.bilmem kimden kan lazım... kalktım.elimle saçlarımı düzelttim kalemimi bulup odadan çıktım.....

nöbet bitti.gece kaç saat uyuduğumu bilmiyorum ama uykum yoktu.acile indim. ufuğun yanına. sonra cananı aradım o da nefro nöbetindeydi. acilin bahçesinde otuyrduk bi saat kadar. herkesin anlatacakları vardı. canan kaza yapmış,ufuk aşık olmuş,bense...

çok konuşmadım.kavga ettik o kadar. gözyaşlarım pınarlarımı zonklatmanın ötesine geçememişti halbuki. canan sarılınca bana,canım yandı.ısalanan gözlerimi kaçırmadan kimseden konuyu değiştirelim nolur dedim.

eve yürürüyordum. çantam her adımda daha da ağırlaşmış gibi omuzumu ezmeye devam etti. telefonu aldım... aramadı hala mesaj bile atmadı deyip soktum çantamın dibine. (çift hatlı şanssızlardan biriyim ben de ) diğer telefona sarıldım.pınarı aradım.

nasıl geçti nöbet?
iyidi gece 2 gibi yattım sabah 7 ye kadar uyudum. gece de ekstra iş çıkmadı.
keyfin yerinde yani,ne güzel.
aslında değil...
noldu???
.......

anahtarı kapının kilidinde döndürürken napsam ki uykum da yok diye düşünüyordum. usulca açıldı. gıcıııııır...içeri girdim,kardeşim salonda uyuyor.şofbeni yaktım,banyoya girdim.sıcak su,her zaman iyi gelir.pijamalarımı giydim. saçlarım tıkıştırdığım havlunun içinde ıslak,kaç gündür çektiğim melun sinüzit ağrısına aldırış etmeden yatağa girdim.battaniyeyi başıma kadar çektim.gözlerimi kapattım. sonra açtım. yanıbaşımdaki komidinin üzerinde duran lambamın ışığına dokundum. odaya sarı soluk bir ışık doldu. tekrar gözlerimi kapadım. gözlerim ıslandı.saat ondu.

uyandım-uyudum-uyandım-saate baktım-uyudum-telefonlar çaldı-bakmadım-uyudum-kabuslar gördüm bi dolu,ağlayarak uyandım-uyudum-uyandım-saate baktım-yastığıma daha sıkı sarıldım-uyudum.....o hiç aramadı.bi ara uyanıp,nolacak şimdi ne zamana kadar telefon beklicem dedim. o anda farkettim bugün ayın 18 i. 2,5 yıl önce kasım ayında bi gece elimi tutmuştu.hiç bırakma demiştim.hiç bırakmıcam demişti.

dün gece kollarım boynundyken tuttu en son ellerimi.tuttu ve beni itti.
İtti...

bu gece 12 ye kadar beklicem. biliyorum aramıcak ama ben beklicem. saat 17:34... altı buçuk saat kaldı. sonrası........

kırgınım.


5 şarkılık suskunluk

saçma bir mevzuda yıpranmış kelimeler...
gecenin altında yüzlerce kişinin varlığını bi kişinin gözlerinde unutup sarmaşık bir dansın ortasında.
ansızın.
göz yaşartıcı bir sarsıntı.
merkez üssü: sevgilinin kolları..
artçılarsa kabinden vurmaya devam ediyor.
naptığını zannediyosun?
kendine gel?
çekip git-me-k...
gitmek bazen tek koşul oluyor bazen giderken yalvarıp gitme demek için ağlayıp yine de çekip gidersin...
göze alamadım.
gitseydim dönmezdim.
gitseydim dönmezdi.
sustum.
ben sustukça kulaklarımda onun sesi yankılanmaya başladı.
konser alanını dolduran yüzlerce kişinin hep bir ağızdan söylediği şarkı............
''penceremin perdesini havalandıran rüzgar...''
hay allah, tam sırasıydı.
pınarlarım zonklamaya devam ediyor.
..............yı bile bastırıyor..
yalancı...yalancı...yalancı...
yalan.....ı.....ya....la......n....cııııııııı.....
!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
5 şarkılık bir susuşa ben beşyüz gözyaşılık bir acı sığdırdım.
yetmezmiş gibi, 5 tırnak civarı etlerimi yolacak öfke ekledim.
üstüne gurur,onur,özlem,pişmanlık,kıZgınlık,kıRgınlık,....allah ne verdiyse.
sonra ankara ünivrsitesi-Gazi hastanesi arası 5 dakikalık bir yol.
ve konuşmadan,dokunmadan,yürüyen ayrı ayrı yürüyen iki sev-gili.
vedalaşmadan ayrıldık.
ben hastanenin asansöründe,aynada yüzümü izleyerek 8 kat çıktım.
sonra 15 kişiden kan aldım.
şimdi gece 01:07
bu saçma yazıyı yazıyorum.
aramadı-m.
biliyorum asla okumayacak.
asla anlamayacak.
asla anlamayacak.

15.05.2008

rüya

üzeri kirli sarı bir bezle örtülüydü. uzaktan halı zannedebilirdiniz. naftalin kokusuyla sarmalanmış yaz başında dolaba kaldırılan sıcak memleket halıları.ama yatakta yatıyordu. halıyı yatağa yatırmak olmaz. zaten o halı değil benim cesedimdi.
öldün sen abla. kardeşimin sesi çırpılmış halı tozlarının burnumu doldurmasına benzer bi etki yaratmıştı. genzim yandım,gözlerim yaşardı. çok da anlayamadım ben burdayım yani nasıl?
yanına yaklaştım kirli sarı kıpırtısız yığının. ucundan tutup kaldırsam? kendimi mi görecektim? her sabah ruj sürdüğüm dudaklarım soluk beyaz,bi daha hiç konuşmayacak. kapalı gözlerim bi daha hiç açlmayacak. kimseye bakamayacak. bitti... nasıl olur ???
hem noldu ki daha akşam konsere gidecektim, yarın elbise provam vardı. evime yeni taşınmıştım puzzle larımı duvara asamadan daha. annemle babama veda etmeden mi? ya pınar, ona son defa sarılmadım..hem şimdi heberi de yok öğrenince kimbilir...sevgilim gelecekti birazdan, yemek yicektik. kardeşim açacak kapıyı, ablam öldü emrah abi diyecek...ablam öldü.
ne kadar soğuk bir cümle. her harfi bıçak gibi, ne kadar keskin.
hayır, ben olamam,ben ölmüş olamam. ölemem daha. 25 yaşımdayım, daha çok erken.
ucundan tutup sıyırıyorum örtüyü, 2 el görüyorum. beyaz,herzamankinden daha beyaz. dokunuyorum. soğuk değil daha. yeni öldüm,soğumadım diye dşünüyorum. biraz daha açıyorum örtüyü, yüzüm.. sanki uyuyor gibi. kendimi hep merak etmişimdir uyurken. demek böyle görünüyomuşum...

12.05.2008

6 yılın sonunda

geri sayım başladı...
altı yıl dedik,bitmez bu okul dedik..bitiyor...
şikayet ettik, çok ağladık çok yıprandık.
belki farketmedik ama çok şey öğrendik.
şimdi bir pazartesi nöbetindeyim. saat 19:19...(aşıkların ne dediğini duyar gibiyim:)hastanenin 8. katından konya yoluna bakan açık bir pencerenin önündeyim. yazın habercisi uzun akşam güneşi sarıp sarmalarken bi yandan serince bir rüzgar üşütmeden teğet geçiyor kirpiklerime. ben kırpıştırdığım gözkapaklarımın arasından yıllarımı geçirdiğim yola bakıyorum. 4 seneme şahitlik yapmış emektar yurdumun kapısından başlıyor gözbebeklerim rotasına. usulca konya yolundan günde en az iki kere ezber edilmiş, ilk baharda çiçek son baharda gübre kokan, okul yolunu izliyor. sonra üst geçitin merdivenleri tırmanıyor bir bir. her kar yağdığında buz tutan ve düşmemek içi trabzana eldivenlerimle yapıştığım,sigaranın kümülatif etkisinin zamanla doğru orantısını her defasında daha çok hissettiren bitmek bilmez basamakları iniyor . okulun arka kapısı beliriyor bu sefer, 1. sınıftan bu yana telaşla,sınav korkusuyla,heyecanla,yorgunlukla,uykusuzlukla,üzüntüyle,nadir de olsa neşeyle ama en çok da sabahları geç kaldığım için koşarak girdiğim ve okul çıkışları sevgilimin elinden tutup gülümseyerek terkettiğim. geniş açılı bir yay çiziyorum sola doğru, aştiye giden yolda ilerliyorym bu kez. bu şehirde ilk tanıştığım,her ayrılışımda ardımda bıraktığım vefalı yola. 1. sınıfta ,ayda 2 defadan her ay hiç sektirmeden düzenli olarak bindiğim adana otobüsleri ve gidişlerimin heyecanı dönüşlerimin hüznü. sonraları her ne kadar devam zorunluluğuna taklıdıysa da seyahatlerim,beni zorlamaya devam etti baba evi-anne kucağı özlemim.biraz daha sol ve gazi tıpın izdüşümü..bahçelievler kavşağı. benim içinse ilk döndüğüm günden beri hayatımın kavşağı. ilk tuttuğum yurt odası kıvamında 1,5+1 lik minicik evim,5 yılın özlemi,hevesi,hayallerini sığdırdığım evime giden beşevlerin neşeli sokağı. o sokakta geçirdiğim 2 yıl, aşıkların sırlarını nargile dumanına astığı ve benim aşkımın sır olmaktan çıktığı kafe sır.son sene,kardeşim ankarada yoldaşım oldu olmasına da 1,90lık adamı 30cmlik odaya sığdıramadığım için 2 hafta önce taşınmak zorunda kaldığım aile boyu yeni evim. ve mütemadiyen kuş cıvıltılarına mazhar huzur dolu 6. sokak...
ve 6 yıldan geriye kalan birkaç sayılı gün. sırtına kocaman umutlarını,hayallerini, asıp gelen idealist küçük kız 6 yıl sonra gelecek kaygılarını,karamsarlıklarını ve kaderciliği peşinden sürükleyerek ayrılıyor. açıkçası umduğum gibi değildi. ve anladım ki hayat umulan değil önüne konulandan ötesinin olmadığı küçük küçücük bir oyunmuş. elimde sadece sahip olduğuma inandığım birkaç gerçek dost gülücüğü,ve geçirilmiş güzel günlerin zihnimde bıraktığı lezzet.yeni bir hikayenin ilk satırları oluşuyor bugünlerde,ne yalan söyleyeyim içim biraz buruk,ruhum erik mayhoşluğunda...