30.09.2008

bir varmış bir yokmuuuuuş,bir bayram sabahıııı






takvimlerin tembellik yaptığı bi gün 3 yaşındaki küçük blogun ülkesine bayram gelmiş. yağışlı hava raportörlerinin yüzünü kara çıkaran ak çehreli bi gün başlamış. kablosuz internetin yaygınlaşmasıdan bu yana konacak tel bulamadığından ortalıkta uçuşan kuşlar, neşe içinde 'bugün bayram' coverını meşkediyorlarmış. sıkıntıdan gümüş şekerliğin iiçndeki bütün portakallı drajeleri yiyen küçük blog sahibesi sevgilisiyle konuşmasını bitirse de gelip kendiyle ilgilense diye bekliyormuş. bi yandan keman çalıp bi yandan kııvırta kıvırta dans eden kıza hayranlıkla bakarken elinden düşürdüğü mandalina kabuğunun kokusu aklına yeni bi parfüm üretme fikri düşürmüş. hoplaya zıplaya, minicik pembe atletinin kapamaya yetmediği beyaz göbeğiyle beraber akortsuz sesinin, de-tonlarda, fütursuzca gezindiği bi pop şarkısını önce annesinin başında sonra pinekleme modunudan bi süredir çıkamayan kardeşinin üstünde söyledi. yıldırıp kaçırdıktan sonra da yerine kuruldu. annesinin obur laptopuna uzandı. tek eliyle kaldırıp kendine doğru çekerken kendi geliştirdiği ters şınav hareketiyle geliştirdiğiini sandığı kaslarına bi göz atmayı eksik etmedi. küçük blog heveslendi. ama sahibesi önce facebooka girip bayram tebriklerini kabul etti. alt dudağı düşen küçük blog bi draje daha yutarken üzerinde gezinen parmakları farketii. ah evet, işte harfler yağmaya başlamıştı. bayramını kutluyordu sahibesi. onlar


bayramın ilk günü olup da evde olup da hala pijamalarını değiştirmesine bile gerek olmayıp bi başlarına her biri başka bi odada olmak üzere oturup başka televiyon ekranlarında muhtemelen aynı görüntüye bakarken...şeker toplamaya gelmeyen çocuklar, mendillere sarılmış bayram harçlıklarıyla almadıkları çat patlar,sokak aralarında kol kuvvetiyle çevrilerek dönmeyen dolaplar, tatları birbirinden farklı olmadığı için verilen her bozukluğu kırık hayaller diyarına giden renk renk macunlarıyla macuncuuuu diye bağırmayan amcalar, maaile toplanıp en güzel esvaplarıyla sevap toplamaya yaşlı ziyaretine gitmeyen aileler, öğleden sonra sokaklara dökülmeyen mahalle çocukları, öperken yanağını acıtmayan dede sakalı, kokusu burnunda birikemeyen babaanne gözlemesi,tüm sülalenin aynı eve sığışıp açılan yer yataklarına koltukların tepesinden atlanamayan bayram sabahları, babalar namazdan dönene kadar hazırlanmış oturulamıyan kahvaltı sofraları,döküldüğü ellerden kaçıp burna saklanan utangaç limon kolonyasının açılmamış kapağı ve şekerlikte öylece oturan sıkıcı şekerlerin arasında




kendi bayramı kutlanan küçük blok sevinçten zıplıyordu.


blog aleminin bayramı kutlu olsun.........

26.09.2008

en iyi arkadaşım evleniyor


sanırım buydu ortaokul çağlarımda izlediğim filmin adı. julia roberts(böyle mi yazılıyo bilmiyorum ama okunusu aynı nasılsa) oynuyordu baş rolde. gerçi onun senaryosu aşk üzerine kuruluydu. en yakın arkadaşı bi kızın hiç bi zaman bi erkek olamaz. ana tema da buydu. (yıllarca direnip de en sonunda kabul etmek zorunda kaldığım dogma)

eh, gelelim mevzuya. bilenler bilir. pınar... telefonla konusurken insanların sevgilimle konustuğumu sandığı, 12 yaşımdan beri arkadaşım, 15 yaşımdan beri en yakın arkadaşım olur kendileri. evleniyor...

bugün gelinlik bakmaya gideceğiz.

kucağında uyumaya bayılırdım. yazları tatile gideceğimiz zaman ondan ayrı kalıcam die bir ayı babamların burnundan getirirdim.

nikah şahidi olacağım.

biz iki durak mesafede oturuyoruz aynı mahallede. sabahları okula giderken birbirimizi alırdık. almak dediğim,otobüsle. tabii cep telefonu nerde. saatlerimizi ayarlayıp belirlediğimiz vakitte çıkardık evden. (plan buydu ama ben saçlarımı fönlicem die hep geç kalırdım) koşarak durağa giderdim. çok hatırlarım canhıraş yetişme çabalarımın, pınarı, giden bir turuncu otobüsün ön kapısının camından bana el sallarken gördüğümde ,nasıl da son bulduğunu.

düğün hediyesi balayına italya seyahati ayarlamak istiyorum.maaşım olur o zamana ,sanırım param da yeter.

her okul çıkısı tavuk dürümcüye giderdik. niyeyse o zamanlar vazgeçilmez bi tattı bizim için. 5 kızdık. bizim çete. parası olmayanlar olurdu içimizde. paralarımızı birleştirir bi şekilde yetirirdik. tavuk dürüm dediğim o zamanlar 250 liraydı.

üç hafta sonra pınarı istemeye geliceklermiş.

bizim deli bi müzik grubumuz vardı. her bir araya geldiğimizde azıtırdık. mütemadiye çalar söyler oynar bi haldeydik. konserlere üç gün kala hazırlanmak gibi bi adetimiz vardı. okuldaki müzik odası bizim sığınağımızdı.

izmire yerleşeceklermiş.

lise biterken çok ağlamıştık. ayrılırsak diye. ayrıldık. ve çok ağladık. yine de yakın memleketleri mesken tuttuk ki sık sık gidebildik. şimdi izmir, taa nere. diyesim geliyor. pınara sorarsan bi uçaklık yol diil mi? yok diil, diyemiyorum. susmak düşüyor bundan sonra bana. belki bi de şahitlik yapmak.

evet, şahidim, bu güzel kız benim tanıdığım en güzel kalbin sahibi. ve şahidim, en büyük mutlulukları hakeden, yanındakileri her zaman mutlu eden,etmeye çalışan bi gönlün sahibi. ve yine şahidim ki benim kalbim en çok onu sevdi...

mutluluklar bitanem. hep seninleyim, nereye gidersen............

24.09.2008

akşam vakti, adana


gök yüzü maviye çalan kurşun tengi bulutlarla örtülü. turuncu şalını unutmuş giderken güneş arkasında. pencerenin izin verdiği çerçevenin tam ortasında, beyaz ışıklarını yakmış bir minare beklemekte vakti meçhul haberi. bizden gizli, kendinden bile. beklemektedir asırlardan beri. der ki bana, beklediği gelince süzülüvericekmiş gök yüzüne. nereye gidersin derim ben. 7 kat sayar bana. ben de bilmem der nasibim nerdedir, kalbimi açarım sadece, o elbet yolunu bulur. bi hüzün oturuverir kalbimde her zamanki yerine. biz unuturmuş gibi yaşarken, içimizde bize gel, nereye bölyle diyen sese aldırış etmezken, karalar bağlayan ruhumuza rengarenk akşamlarla huzur vadederken...bak işte elektirikler kesildi. mum ışığı duvarda isli bi yol çizmekte. cisimler silindi. gölgeler büyüdü. gözün alıştıktan sonra karanlığa yeni bir aleme bakmayı öğrendin. aslında hep var olana yeniden bakmayı öğrendin. yağlı boya tablona tiner döküldü. renkler çözüldü sınırlarından aştı. isyan tüm tuale yayıldı engel olamadın. renk rengiyle kavuştu,ebrusunu doğurdu.... vazgeçermiş gibi yapıyosun. şimdi şimdi biraz durup da etrafını dinliyosun. ama nafile mi bu sefer de? yine çıkmaz yollara sürer misin atını bu seferde? bilemem. sonsuz ilme ilmek atıp görmeye cesaret edemem. sen aç kalbini o yolunu bulur. ne demişti minare...

23.09.2008

Ankara


sana da hiç olur mu? kendimi geride kalmış gibi hissediyorum. bi şeyler dönüyor ama ben uzaktan bakıyormuşum gibi sanki. herkes giderek uzaklaşıyor. bi ay önce en yakınımda olanların hayatlarına yabancıyım artık. gidersem eğer yanlarında misafirim. yokum artık. şimdi telefonda bi sesim, bikaç mesajım.şimdi sadece bu kadarım. ve sonra hiç olacak yok olacağım.


esmer tenli bir bakışla yandığım günden bu yana

sızlar bazı geceler selam verir sakin görünen kalbime

özlesem de söyleyemediğimden kendime bile

bir 'of' tur misline saydığım geride kalanlara

kadifeyle zarife


bi insan bu kadar mı aynı olmaya çalışır? yaşadığım yerleri illa ki birbirine benzeticem. aslında yaşadığım yerden kastım daha ziyade yatak odalarım oluyor. yurt odalarını evime benzetyme çabalarım hep başarılı olmustu mesela. odamı gören herkes aa burası ev gibi olmuş derdi. nasıl demesinler? benim yerlerde minderlerim, odanın ortasında her sabah çıkarken temizlikçi basmasın diye toplayıp kenara kaldırmaya üşenmediğim halım, televizyonum, oyuncaklarım, önceden okunmuş sevdiğim kitaplarım, kanunum, çok bilirmişim gibi 1. sınıfta kemanım,2. sınıfta kabak kemanem son sene yan flütüm.. hatta abartıp evden taşıdığım öyle küçük minyatür falan da değil ahşaptan atsan adamın kafasını kıracak cinsten satranç takımım... yani bitmez. benim dağınıklığım, her şeyi bi tarafa taşıma çabalarım falan. sanırım kendimi güvende hissetmeme yarıyor. eee diceksin sevgili blog bu kız ne anlatıyor böyle. yazının başlığına dönelim....

kadife, sevgilimin bana doğum günümde aldığı (üzerine isimlerimizin baş harflerini işlemek için 1 saat uğraştığını belirtmek isterim :) sevgili ayıcığımdır. yumuşacık pembe beyaz tam sarılmalık. bana geldiğinden beri yatağımın üstünde oturur.geceleri bazen sarılırız bazen horluyo die onu yataktan atarım falan. ( annem bu yaz bende kalmaya geldiğinde, yastığa yatırıp üzerini örttğümü görünce tüm odamı toplamış da kadifeyi ellememiş. sonra da bunu tüm aileye anlatmış. kuzenlerim faceten kadife napıo diyince ben dumur tabii)neyse blog işte ben adanaya geldim. odam tabii kısmi ardiye olduğu için biraz uğraşmam gerekti. kendimce biraz çeki düzen verdim. gece yatıyorum. benim uykuya dalmam her zaman epey sürer. saçma sapan planlardan -tabii eskidendi- çözemediğim matematik problemlerinin yöntemini bulumaya, hatta kanunda yeni öğrendiğim bi saz eserine çalış teknikleri geliştirmeye yetecek kadar uzun sürer.neyse, bi eksik var dedim. burnumun (o kadar anatomi okudum burun direği tabiri nereye mahsus hiç anlamasam da sızlıyor cidden)direği sızladı. itiraf etmesi zor ama kadifeyi özledim. sonra bianda gözüm lise 1 de istanbul gezisinde ,neydi o büyük alışverişmerkezinin adı hatırlayamadım şimdi, aldığım dev mavi tavşancığa takıldı. otobüste tavşanıma sarılıp uyurken ben, yaşıtım tüm kız arkadaşlarım yeni makyaj maşzemeleri toka-takı aksesuarlarını birbirlerine gözteriyorlardı.

iç ses -sanırım benim çocukluğumda hiç peluş oyuncağım olmamış-

işte yıllardır bırakıldığı köşesinde mahsun oturan zavallı tavşanı yataktan kalkıp, kalktığım yere oturttum bi güzel. sonra bi mutlu oldum. ah dedim kadifeye ne kadar benziyorsun. bak bak kadifeye benziyormuş. sanırım saat çok geçti ki bu kadar saçmalamamı başka türlü açıklayamıyorum. yoksa hiç peluşların benzediğini görülmüş şey mi?? karanlıkta tavşanıma sarılıp-maya çalışıp bu biraz büyük de- kadifenin yokluğunu gidermeye çalıştım kendimce. bi de uykuya dalmadan önce isim düşündüğümü hatırlaıyorum. kadife.....kadife...... aa evet kadife ve zarife.... üstelik o ne öyle köylü kızı gibi zarife diyen iç sesimi ustaca bastırdım.

sonuç: artık bi de zarife var. ama bunun üstünü örtmeye lüzum yok. zira adana hala pek sıcak. böylelikle ilişkimiz de ifşa olmayacak...

22.09.2008

sanırım paranoyağım

akşama kadar uyuyup güya oruç tuttum bugün. annemle yemek yedik. biraz yürüyüş yapiim diyip odama geldim. sallanan kocaman göbeğime bakıp günde yarım saat yürüyerek ne değiiştirebilirim tarzı umutsuz düşünceler arasında yürüdüm. televizyonda müzik kanallarından biri son ses açıktı. yürüyüşüm bitince banyoya girdim.bi taraftan sürekli aklım telefonumda. malum saat 10 a geliyor sevgilim mutlaka beni aramıştır ben de duymamışımdır. ararım yürüyodum ya da duştaydım derim falan gibi saçma sapan şeyler düşünüyorum. saçlarmı kuruttum yeni pijamalar geçirdim üstüme. parfüm krem tırna k törpüsü gibi elzem ihtiyaçlarımı giderip dev bir bardak soğuk suyla beraber yatağıma uzandım. telefonu elime aldım.ta taammm.. yok. herhangibir çağrı ya da mesaj yok. diğer telefonuma baktım. ahh onda da yok. o bardak bitti tabii bunun üstüne. nese telaşa mahal yok cinsinden bi olgunlukla ben aradım. gürültü patırtı arkadan.. sesimi yumuşatmaya çalışarak''canım, nerdesin?''
- beni arıcaktın eve geçince.. kağıt oynuyorum.
- !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!.............??????????????????????????
ünlemler: genç kızın yaşadığı anlık şoku (ben onu evde ders çalışıo sanıydum hatta bugün de çok yoruldu canımm diyip üzülüodum)
noktalar: kısa süreli sessizlik ve düşünce akışı anını (aklıma o kadar kısa sürede öyle çok şey gelio ki bazen ne düşünüosun desen hiiç derim. çünkü ne düşündüğümü farkedemicem bi hızla düşünüyorum)
soru işaretleri: ''ya'' larla başlayan onlarca cümleyi ifade ediyorlar.
mesela; ya beni unutursa?
ya bi kaç ay sonra bensizliğe iyice alışırsa?
ya artık beni sevmezse?
ya ben onun için artık sadece alışkanlık olursdam?
ya gittiği yerlerde yeni kızlarla tanışırsa? yetmedi
ya onlardan hoşlanırsa? yetmedi
ya benden daha güzellerse?...................................
(sonu gelmez)
tabii sen burda otur ancak. tüm gün uyu dur. şişmanla zaten iice çirkin ol. ne bekliodun. o da seni unutsun. salak...
objektif bi ps: sınav döneminde 3-4 kilo aldım. şişmandan kastım o.
şimdi tüm bunlarla beraber paranoyak olduğumu düşünüp kabul ediyorum. da bu bi şeyi değiştirmiyor. hala böyle hissediyorum....offf aramalıyım....................

PMS

yağmur yağdı tüm gün ve ben ağlıyorum.
gök yüzüne özenip de bulutlandım sanmayın
bir efkara sığındım dalga dalga sızıyorum.
önüme çıkan her kalbe bi çimdik atıp
yoluma devam ediyorum.
dipsiz bir kuyu benzeriyim
bulduğum her şeyi büyük bir iştahla tüketiyorum
giderek büyüyen bedenime inat
kendimi aynada her gördüğümde sinirlenip biraz daha yiyorum.
derim geriliyor, çatırdadığını duyar gibiyim.
kepenkleri indirmiş boşaltım sistemim yukarıya kızmış olacak ki
davullu zurnalı bir mitingde halay çekiyor,ben izliyorum.
sormayın bana ne olduğunu,evet kırgınım.
son görüşmemizden beri -görüşmememize rağmen- bana neler yaptığınızı mı anlatayım?
ne yani sizce çok mu alınganım...
yolda yürürken ayağıma taş çarptı.
nasıl çarparsın diye bi tekme de ben attım.
ne fark ettim biliyo musunuz,
ayağım her sızladığında bi öncekinden daha da kızgınım.
malum yerde komik bir sancıya katlanırken olur olmadık
bi kuş uçuyor diye gözlerim dolup ağlarım.
yataktan çıkmamak en güzeli sanırım
her ayın 10 günü ben dünyada olmamalıyım.

19.09.2008

yeniden blog yeniden

sanırım sonunda kendime gelmeye başlıyorum. geldiğimden beri ayı gibi uyuyorum. her gün 2 gibi uyanıp iftara kadar ööle oturuyordum. iftardan sonra da ööle oturmaya devam ediyodum. 2 buçuk 3 gibi yatıp sahura kalkıp yiyip geri yatıyodum. yani hala böyle yapıyorum. ama bugün iftardan sonra ki bi açık büfe çılgınlığıydı :P tasavvuf müziği diye çalan meyhane şarkıları ve üçü birbirinden müslüm gürses olan esmer amcalara sevgiler :) eve geldik. annemle dizi izledik. sonra ben bi şeyler okumaya odama geçtim. ankara soğukmuş biz hala klimaya sarılıp uyuyoruz. televizyonu müzik kanallarından birine ayarlayıp biraz okudum. özlemişim... sonra yürüyüş bandında biraz turmandım. terledim. bacaklarım kaşındı:) o kadar uzun zamandır durgun halde bekleye kanım neye uğradığını şaşırdı elbet. sonra bi kaç mekik şnav falan..saç diplerim ee yeter artık die bağırınca duşa koştum.önce sıcağından bi köpük sefası. çıkmaya yakın soğuk suyun kalbimle yaptığı ortak davul performansını dinledim. nefisti.. sonra saçlarımda mis kokulu bi havlu çayı ısıttım. annemin yanına uğradım. ve biliyo musun yeniden evimdeyim. ait olduğum yerdeyim. mutluyum. kendime gelmeye başladım sanırım. kim ve nerde olduğumu hatırladım.

17.09.2008

evdeyim. uzun zamandır kendi yatağımda uyumamış, salondaki kocaman kanepeye uzanıp annemle dizi izlememiştim. huzur bulmaya çalışıyorum. ama saçma bir kırgınlık ve kızgınlık var içimde. sanırım hayata kızıyorum belki biraz da kendime.
kendimi herşeyden ve herkesten çekmem gerektiğini farkettim. aslında ait olmadığım bi yerden ayrıldığımı buraya geldiğim ilk günden anlayıp boşuna üzüldüğümü farkettim. herşey bir rüyadan uyanırcasına hızla ve ansızın bitti.
beklediğim bi kişi var. sadece onun için artık çizeceğim bi hayat var. belki doğru belki yanlış ama verilmiş bir karar. bugün babama sevgilim ve ailesinin bize ziyarete geliceğini söyledim. tabiiki nedeni malum. şimdi düşünüyorum bu koltuklarda bacaklarını sallayarak oturan küçük kız evimden ayrılıp gitcem die ağlayıp duran o kıza noldu acaba? zaman di mi. zaman...

10.09.2008

sılasını gurbete bulmuşlariçin üstüne bi de kaybetmişler için


bi zamanlar babam bi şiir yazmıştı. gurbette sılayı bulmaktı bi cümlesi. sıla o zamana kadar sadece bi arkadaşımın ismiydi. sözlükten bakmıştım anlamına. sıla vatan yurt demekti.

6 yıl önceden bildik bir senaryonun cümleleri dökülüyor bu günlerde. gurbete düştüğüm günlerden kanat çırpan minik kuş kalbimde yoruldu. anne baba özlemini küçük yurt odalarında bi başıma aşmaya çalıştığım aşamadıkça sarıldığım sigaralar..izmaritlerini biriktirseydim burdan adanaya yol olurdu muhtemel.

dün gece benim başım senin göğsünde. kalbinin sesini dinliyorken korkarak. korkarak çünkü benden önce susmasın die dua ederek. bi elin yüzümün açıkta kalan yarısını örtüyordu. yanağımda. diğeri elimi tutmuş. uykuya dalarken gevşeyen parmakların bilmem nasıl farkedip kavrarken yeniden sımsıkı. kalbinin sesini dinliyordum severek.. çok severek, kendimden fazla.
biz senle çok gidişler yaşadık. ama bi far var şimdi. bu kez dönüş tarihi meçhul. bu kelime büyüyor şimdi. büyüyor, çocukluğumda korkudan uyuyamadığım geelerimi saran karabasanlar gibi. gözlerim açık onu beklerdim. bilmezdim ne olduğunu. tek korkardım. hem öyle çok ki anne bile diyemezdim. babamın sıcacık kucağına koşamazdım. dizlerim kilitli sesim değil nefesim tükenmiş bi halde.

meçhul açmış ağzını.başımın üstünde beni bekliyor. en ufak bi hareketimi.yüzümde hissediyorum pis nefesini. karanlık bir tünel başlıyor çürük dişlerinin arasından. sonu yok gibi. yok gibi. bi düşsem,bi daha bitmicek gibi. boş ve karanlık bir tünel gibi...

sıla hayatımda sözlükteki iki cümlecikten çıkıp da esas rol oynarmış nerden bilirdim o zamanlar.
daha iyi anlamıştım babamı anlamasına ya sanırım eksik kalmış. babam demiştiki şiirde,gurbete düştüm ben,düştüm düşmesine de şimdi sılam gurbettedir. bilemedim ben gurbet mi sılada yoksa sıla mı gurbettir???

dün gece sen uyurken. ben gözyaşlarımın tişörtünde oluşturduğu minik gölcüğe yanağımı yaslamış düşünürken babamı anladım. ah babacığım ne de zormuş. bilemezdimki.. bilseydim seni hiç yalnız bırakır mıydım. ana-babanın hasretine gurbet deyişleri düzerken sen yuvanın sevdasına gurbeti sıla bellemişsin. ah babacığı ne de zormuş. birinden vazgeçip diğerine sığabilmek. olmuyormuş. kalbin hep bi yarım diğeri yorgun kuşmuş...

şimdi gidiyorum. yavaş yavaş çekiyorum ellerimi herkesin üzerinden. dostlarımdan,arabamın anahtarından,mor perdelerimden.gidiyorum ve meçhul bekliyor beni. umutlarım aydınlatmıyor yollarımı. her gün evimin sokağında yürüyüş yapıyorum. kaldırımlara son defa gölgemi düşürüyorum. sessizce çekiyorum bedenimi bu şehrin üzerinden. kime ne fark eder, kaç kişi hatırlar? kaygılanmıyorum. gidiyorum bu defa sahiden.

4.09.2008

offffff

blog ya yat kalk yat kalk...
çatlıcam biraz daha böle giderse. tek gördüğüm şey çalışma masam. vücut şekli elma armut olanlara yenisini eklicem bu gidişle. bürosit şekli. arada değişiklik olsun die uyuyorum. ha bi de spor olsun die uyumamaya çalışıyorum. bu kadar.