30.11.2008

blogumu okumuyor,onun için yazıyorum

güzel cümleler, üstüne şık bir fotoyla süslemek gerekirdi bu yazıyı.
gemimin ucu bükülmüş,kağıttandı. dişlerimle çiğnedim yelkenini.
aramızda kalsın olur mu anlatıcaklarım. pınarı bilenler bilir. benim hayatımdaki yerini. 15 seneyi bulan dostluğumuzu. kardeşimden ayrı saymadığımı. ve ben onun hep bebeğiydim.
kırmızı battaniye dizlerime sarıldı.
belki bi aşktı bizimki. aynı cinsin anne kız tadında büyük bir sevgi. ben onun için gittim ahlata. gittiğimden beri kavga ettik.
neden?? neden?? dedim
kendim de bildim üstelik
sessizlik kabullenişimi yuttu
küçük gemi gitmez di mi.............
o artık büyümüştü. eşine sarılacak, kendi bebeklerine annelik yapıcaktı. ben,eski alışkanlıkla bekledim..gelmedi... ağladım, duyurmadan. kalbim bi acıdı bi acıdı ki.
acıdan bir katar gelir
gelir uzaklardan
arkasına düşmüş derin bir gölge
ve ıssızlığın tadına ermiş
işte kısacası ben çok ağladım. o da ağladı. ben çok kızdım. o da çok kızdı. meğer ben ne kadar kırgınmışım. o daha da kırgınmış. ve benim için yaptıklarını hep mecburiyetten yapmıŞŞŞŞ.......
sen gidince buralardan sessizce
buralar gitmiş peşinden gizlice.......

ona aldığım ayıcıklı sabahlığı kuaförde unuttu. bu sabah aradım, aldın mı dedim. uğrayamadım dedi. ama kuaför çok yakındı. arabaları da vardı. çok üzüldüm. aptal alt dudağım yüne düştü. sonra bi mesajlaşma...
--------bana kim olduğumu hatırlattığın için sağol--------bana en güzel günlerimi zehir ettin---------onun arkadaşları ne kadar mutluydu---------sen beni yalnız bıraktın------------------özür dilerim bu kadar şeye malolduysam----------unutmicaklarının arasına bunları da ekle--------iyi tatiller size---------hoşçakal-----------eşine selam.
ahhh küçücük gemi
sulara attın şimdi kendini, delisin
ahhh yakarlar seni
dönmezsin bir daha geri, delisin
bitlisten ayrılıyorum. bugün araba ayarladık. eşyalarımı toplatıcam.

28.11.2008

ama korkma, lütfen korkma...

güneşe rağmen soğuk esen rüzgar ankara ayazına nispet yapıyordu. yokuş yukarı tırmanırken taş döşeli yola düşen gölgemi izliyodum. tek katlı bahçe içinde sağlı sollu evler sıralanıyordu her adımıda. mevsim itibariyle soyunmuş dallar gökyüzüne uzun parmaklar gibi uzanıyordu. kiminin üstünde kalmış bi kaç kırmızı yapraksa, en küçük hava akımına dahi direnç gösteremeden son yolculuğuna süzülüyordu. yatılı okulda ilk taramamı yapmaya gidiyordum. paltomun yakasını birleştirip okula girdim.......
kötü koku karşıladı bizi. karanlık koridorlar, karanlık sınıflar. küme yapılmış tahta sıralar ve birer ikişer oturan çocuklar. önce 1. sınıflara girdik. hepsi çok mu minikti yoksa bana mı öyle gelmişti. sınıflara hızla girip çıkmaya başladık. gerekli olanların ellerine reçetelerini verip ocağa çağırıyorduk. 5 ya da 6. sınıf olsa gerek. birbirinden pek farkı olmayan başka bi sınıfta, uzun bacaklarını sığdıramadığı sıradan ,yanına yaklaşınca ayağa fırladı. gri ceketinin yakaları pot yapmış-muhtemelen veraset sistemine katılmış bir ceket, kim bilir kimden- .
otur, kalkmana gerek yok canım.
ellerini uzattı, uzun tırnaklarının içinde bi önceki tenefüsten kalma toptak kalıntıları, çatlak elleri, yer yer kanamış...
tırnaklarını kesmeyi unutmuşsun, bak kirlenmiş.
çocuk birden irkildi. elleriyle başını korumaya aldı.
noldu?
kormuştu!!!
niye korkuyosun ki bi şey yapmıcam.
oysa ben saçına bakmak için elimi kaldırmıştım.

sessiz geçen bi kaç saniyede ben onu o da beni anlamıştık. ikimiz de boynumuzu büktük, yüzümüzdeki acıyı saklamak için. ikimiz de dudaklarımızı ısırdık, göz yaşlarımıza hakim olmak için.
ellerim saçlarında gezindi, usulca okşadım.bi şey diyecek oldum, ne diyeceğimi bilemedim. bi sonraki çocuğu hiç hatırlamıyorum. ve o sınıftan nasıl çıktığımı da.
burada yaşadığım her şey o ana deydi işte. o çocuğun saçlarını bi daha okşayabilmek için bir ay beklicem...

26.11.2008

okul taraması

(Çok klasik olacak) ama bir 657li olarak ilk maaşım geçen hafta yattı. ev kirası, borçlarım falan derken elime kalan 300 lira. komik. dediler, taramalara gideceksin burada. punaınını arttır dönerin fazla gelsin. puan!! nese efendim el mahkum düştük yollara. bu ilçenin en nezih iki okulunda genel temizlik adıyla kamufle edilmiş bildiğiniz bit-tırnak kontrolüne çıktım. hocalara karşı bi kibarım, pardon hocam vaktinizi alıyorum ilçe genelinde temizlik taraması yapıyoruz izniniz olursa... bi kaç sirke ayıklayıp tırnaklarını kesmeyi ihmal etme ablacığım tamam mı şeklinde bitirdiğimiz taramanın 3. günü buranın en kötü okulunda son bulacak. yatılı okul, köy çocuklarının aileleri tarafından atılıp gittikleri her gün dersten kaçmak için ellerinde sevk kağıtlarını sallayarak gelen bi dolu çocuk. genel profil cidden kötü. bana boşver gitme dediler. ama asıl onların ihtiyacı var şeklinde bir vicdan örgüsüyle hareket ediyorum şmdilik. benimle beraber gelen sağlık memuru, babam kadar muhtemelen. (ben amca diyodum, bey demeliymişim, amirlerim uyardı) dolayısıyla siz öğretmenler odasında oturun ben hallederim diyip bi başıma daldım sınıflara. çocuklar çok komik, tabii hak vermek gerek. beyaz önlüklü, ellerinde eldiven bi tip ,kapıda bitiyor. nese, her içeri girişimde hiiii aşıııı fısıltıları yükseliyor. bana ööretmenim diyolar. çok komik. dün okuldan çıkarken bi kaç kız yolumu çevirip biz sizi çok seviyoruuuz dediler. ne diceğimi bilemedim. bi de arada muyeneye ocağa gelenler aaaa ben seni tanıyoruuum diye bağırıyor. bugün okulun bahçe kapısından çıkmak üzereyim, bi kız öretmenim diye bağırıyor. tabii üstüme alınmadım. sonra bana yetişti

benim bi sorum var

sor bakalım

şeyy benim saçlarım çok dolaşık

ne(mallama anı), nasıl yani(toparlayıp doktor edası takınılan an)

kaşınıyo mu dökülüyo mu ne var

yok taranmıyor, çok karışıyor da

!!!!!! saç kremi kullan!!!!



bu diyaloğa allahtan kimse şahit olmadı.



geçen akşam buradaki doktorlarla toplandk. yemek yedik. buranın en popiler mekanı van gölü lokantasında. sonra kestane yenicekmiş, bir otobüs acentasının bürosuydu toplantımekanımız.sahibi kamyon lastiği yaktı sobada.silahınıçıkarttı bize gösterdi. baretta bilmemne muhabbetleri döndü...burada sosyal ilişkiler biraz farklı. tabii seyir kafe beklemiyodum ama...kronik bir sakar olarak ayağıma çay döküldü. biraz yandı kendileri.

off, olmuyor, ne yazsam nasıl anlatsam da sıkılıyorum. kendimi teskin etmek için belki komik göstermeye çalışıyorum olanları. ama bilmiyorum. buradan gitmek istiyorum. herşey sorun. insanlar nedense beni anlamıyor. ben de onları anlamıyorum.

21.11.2008

5. GÜN

çalışmaya başlayalı 5 gün oldu. poliklinik bilgimi farmalist diye bi program sayesinde kamufle ediyorum. her hastaya ilaç yazabilmem için ortalama bi 15 dakika araştırma yapmam gerekiyor. hangidoz, kaç miligram, hangisiucuz...burada bana bakkalından kaymakamına herkes doktor hanım diyo. sıkıldım. bizimkiler de telefonda naber doktor hanım diyince isyan ediyorum. sanki daha öncesine dair bi kimliğim yokmuş gibi. benim bi adım vardı!! bana çay getiren bi çocuk var burda. adı adem sanırım. ben gidip alıyodum mutfaktan çayımı, o getirince de mahçup oluyodum. meğer buranın çaycısıymış. internken hep en alt olunca şimdi benim altımda birilerinin olması garibime gidiyor. kimseden bi şey isteyemiyoruum. bi şey soracaksam ben odalarına gidiyorum. kimseyi odama çağıramıyorum... falan filan. dün evimde kaldım. perdesiz, televizyonsuz, internetsiz. salona 2 kanepe aldım. bitanesini açıp yatak yaptım. bi de pembe kareli bez dolap ki dün mahvetti beni. ne inatmış o demirler geçmez, iskeletin üstüne bez kısmı geçmez. evde çekiç yok kışlık botlarımın tabanıyla çaktım :) gayet başarılı oldu. bugün perdelerim geliyor. boyum yetişecek gibi değil. tus kitaplarını dizdim üstüste. üstüne çıktım, baktım yetişiyorum. bari bi işe yarasınlar. bu öğlen ilk defa yemeğe çıktım. ahhmet (diğer dr arkadaş) ve 1 noludan 2 dr arkadaş daha. bitanesinin mecburisi bitmiş. buralıymış tusa çalışıyomuş. abdullah. diğeri hacettepe mezunu hataylı bi kız. benimle aynı atamada gelmiş. annesiyle kalıyor. :( kıskandım... öğlen yemeğinde paso tus muhabbeti döndü. bildik gergin tıpçı modeliydi kız. oğlanlar boşlamış çalışırsam yaparımmodunda daha serin kanlı tipler. bi an kendimi fakülte kantininde gibi hissettim. yemekten sonra sonra uydu bağlatmak için A... bayiine gittim. sinema kanallarının olduğu bi paket seçtim. buralarda sinema falan yok. gerçi 37 ekran tv de ne kadar film izlenir ama olsun. dün sessizlikten o kadar sıkıldım ki. zaten burada kablo tv falan yok. şimdilik hasta yok. belki bi ara bankaya gider gelirim. hasta geldi.

19.11.2008

ama çok özledim

annemi çok özledim
babamı çok özledim
kardeşimi çok özledim
emrahı çok özledim
kızları çok özledim
evimi çok özledim

18.11.2008

bugün toplu taşındık

sabah 7 de uynadım. adilcevazdan bitlise giden dolmuşa yetişmek için alel acele hazırlandım. pınar beni durağa bıraktı. (burda her kelimenin hakkını veriyolar. durak: 8 de kalkacak dedikleri dolmuşun 50 dakika beklemesi dolmuş: bütün koltukları 'dol'madan gerekirse öğlene kadar beklemesi sanırım sizinde benle aynı fikirde olmanıza yeticektir) 9 a doğru yola çıktığımız ve mazot almak için(neden daha önce almadığına aklım ermedi) gideceğimiz yönün tam aksi istikamette yaklaşık 15 dakika gittiğimizden işe geç kalıcağım kesinleşti. ben de elimde kadın doğum kitabı, gözüme gözüme giren güneş muhalefetinde, ektopik gebelikteki en sık nerde olur, hangi yöntemle en sık hangisi olur tekerlemesini anlamaya çalışadurayım, (durum cidden komik ben hariç tüm yolcular ellerinde siyah poşetlere-o poşetler nedense hep siyahtır- sarıp sarmaladıkları eşyaları, kucaklarında bebeleri, ağızlarında peçeleri, ellerinde tesbihleri bissürü insanın arasında, şoförün bayandır ha bayandır oraya otursun ha diye yanıma oturttuğu 15 yaşlarındaki kızcağızın bi bana bi kitaba bi içinde yazanlara attığı garip bakışlar arasında kendimi uzaylı gibi hissettim.) birden tuhaf bi koku burnumu yokladı. istemsiz avucumun içine sakladığım zavallı delikciklerden içeri doldu yasemenli el kremim.

ohh dünya varmış..ya bu yasemen değil miydi? allah allah kokusu mu değişmiş bu kremin...

yoo tabiiki değişmemişti. sadece benm zavallı binbir arıtma damıtma ve kimyasal reaksiyondan geçirilen çiçeğim artık ful kapasite çalışan bi dolmuş insanın ten ahengine karşı koyamaz olmuştu.bunu anlamam çok uzun sürmedi. anlayamadığım burada herkesin tuhaf bi kokusu var ve hepsi birbirine benziyor.önce hepsi aynı sanıyosunuz bi zaman sonra aralarındaki küçük nüansları farkediyorsunuz. aman ne güzel!! -ne demek istediğimi yolu bu taraflara düşenler anladı sanırım-neyse efendim, ben pes edip avuçlarımı kucağımda birlestirdim. bi taraftan da kendime artık bu kokuya alışmalısın, rahatsız olma,alış diye telkinler veriyordum. neyse ki yolculuk çok uzun sürmedi. sağlık ocağının önünde buyrun doktor hanım diyince şoför herkes şööle bi başını çevirdi kaçınılmaz süzülme işlemini de sağ salim atlattıktan sonra iyi günler dileyip indim.

ya hayat?


bugün ayın 18i...

karanlık odama ilk dökülen sözcüklerdi.

bu sabah.

telefonumun alarmı o şarkıyla çalıyor biliyormusun?

bu sabah...

hani ben gitmeden dinlemiştik de çok sevmiştik..

hani kızla oğlan beraber, çok mutlular

sonra kız gider, çocuk şarkılar söyler onu bekler

bi sabah geri döner kız, ansızın, sarılırlar...

onlarınki nedendi bilmem ama bizimkisi mecburi bi ayrılık.

günleri tek tek saydığım durup durup başa aldığım ,bi daha saydığım...

her reçetenin tarih kısmını doldururken tükenmiş kalemimle

gözlerim doldu.

sen mükelleflerle ben hastalarla boğuşurken

bugün yanında olmalıydım diye isyan ettim.

sonra özür diledim Ondan.

teşekkür ettim, varlığın için en azından.

çok uzak, ve kokunu duyamıyorum,

insanlar gözlerimi neden kaçırdığımı bilmiyor.

olsun.

seni seviyorum.

yaşadığım 3 güzel yıla yeni birini eklemek dileğiyle.

hep benle kal...




17.11.2008

işte asıl sınav

hep derler. tıp fakültesinden yolu geçmiş olan herkesin aşina olduğu cümledir. gerçek sınav ilk hastanın karşısında verilir... tabii her şey komik olacak ya ilk hastam türkçe bilmeyen bi teyzeydi ve benden akıl malik raporu istediler. hastanın ne dediğini anlamadığım için tercüme ettirdim. hasta yakınının da ne dediğni şiveden dolayı anlayamadım. sağlık memuruna başvurdum son çare. o da bana bi şeyler dedi ama artık yeni gelen tohtor hanım da pek bi angutmuş demesinler die anlamış gibi yapmak zorunda kaldım. meğer hepsi öz türkçe!! akıl malik diyorlarmış da ben anlamıyormusum. efendim bu bir rapor. tarla tapan için noteremi gerekliymiş neymiş. yani akla malik olma nasıl bi tamlama hala çözemediysem de net üzerinden yapılan hasta kayıt işlemlerinin yürütüldüğü programda -kısa ismi SABİS oluyor- nerede olduğunu biliyorum artık. tabi benim beyaz yemenili yaşlı güleç teyzem soracağım hiç bi soruyu anlayamayacağı için aklının ne derece malik olduğunu yakınından anlamaya çalıştım.

bendeniz: teyzee kaç yaşındasın

hasta yakını: av...hrt....stuağşe....

teyze:b..eğğ...heasy...lfşsh...

hasta yakını: bilmiyomuş tohtor haanım

yani ne diyebilirim ki. en azından hasta yakını samimi davrandı. belki teyze cidden alzheimer, o anda benim düğünüm var bırakın ahmet beni bekler falan diyo,yakınıysa gayet 78 yaşında, ben oğluyum, burası ahlat, sağlık ocağındayız diye beni yiyo. nerden bileceksin ki. tüm bu paranoyak düşüncelerimin arasında versem miiiii vermesem bana silah çeker miii ya da evimi öğrenip akşam yolumu keser miii..................... abartmadım bu kadar. ama olmamış şeyler de değil bunlar. nese efendim verdim raporu. bi kağıt bi kaşe bi imza tamam işte oldu. kağıdı uzattım buyrun....!!!... teyze, sen ne ara o sandalyeden kalktın, nasıl bi hızla yamacıma geldin elime sarıldın öptün...ben bildiğiniz dumur ,korkudan kahküllerimin arkasına saklanmış gözlerim teyzenin burnun üstündeki benleri sayacak kadar yakın aman teyze naapıosun!!! demeye kalmadan yakını omuzlarından tutup saolun hocam diyerek dışarı çıkardı. teyze hakkındaki şüphelerimde haklı olabilir miyim acaba??? ya beni kaynanası sandıysa???? işte burda yanlış yapmıştım. sadece aklımdan geçirdiğimi sanırken yanıldığımı yanımdam oturan dr ahmet beyin yüzüne bakınca anladım. yeni mesai arkadaşı için ne düşündü artık bilemiyorum. belki ilerde sorarım.

16.11.2008

pencere

odama düşen bi kaç kuru dal gölgesi. giden güneşin haberini veriyor. aldığım kararların kaçının arkasında durabileceğime dair içimde uyanan şüpheler ateş böceğinden işaret fişeğine doğru yol alıyor. tedirginim. korkuyorum. geceleri uyuduğum bölük pçrçük uykunun arasında bazen nerde olduğumu soruyorum kendime. cevabı bulduğum anda içimi dolduran soğuğa karşın battaniyemi çekiyorum gözlerimin üstüne. içimde beliren sen istedinleri bastırmak istiyorum. makul yanıtlar buluyorum ağlamaklı iç sesime. teskin etme cümlelerimin arasında dağılıp gidiyorum zihnimde beliren binlerce renk,hayal ve sesin arasında. bi öfke var içimde ne zaman patlıcağını tahmin edemiyorum. olur olmadık herkesin üstüne bi parça bulaştırıyorum. onu sorumlu tutuyorum tüm bunlardan sonra başkasını. zaptedemediğim hislerim içime dönüyor sert atılmış bumerang misali. yatağıma kaçıp ağlıyorum. bazen umut bağlıyorum gördüğüm her ağaç dalına. sallanan rengaren çaputların arasından benim dileklerim göz kırpıyor. ne kadar da yakınım diyorum. sonra birden hava kararıyor. burda gerçekten hava hemen kararıyor. karanlık çok uzun bir cümle gibi. virgülsüz eski türkçe yazılmış. anlamakta zorlanıyorum. bölecek bir ışık arıyorum etrafta bi sokak lambasını ya da apartman ışığını virgül etmek istiyorum karanlığa. ama bulamıyorum. buradav evlerin ışıkları da cılız. sevdiklerimin yüzü geliyor tek tek yanıma. kıymetini bilmediğim onlarca gün gece geliyor hatırıma. kızıyorum kendime neden hep aynu pişmanlık? ders alamadığım bi 25 yıl sayıyorum. kim bilir kaç çekerli bi otomobil tekerine takıyorum kendimi. umutlanıp hüzünlenip vazgeçip yeniden diyip yine vazgeçip herşeyin geçiceğini bilerek ve yineleyerek kendi kendime susuyorum.

15.11.2008

akşam olurken







insan hüzünleniyor tabii. arkadaşlarımın yaşadıkları ilk macerları okuyunca iyice kötü oldum. bizden bi arkadaşımız şimdi çakal kbb asistanı, bi diğeri bölüm başkanını bile pes ettirecek yeni bi halk sağlığı asistanı, biri vanda,biri kastamonuda,biri de eş durumundan ankarada ücra bi sağlık ocağında göreve başladı. herkesin hayatını en az kendiminki kadar merak edip herkes için telaşlanıyorum. sanırım onlar da öyle. henüz kendi fotolarımı çekemedim ama googledan bulabildiğim kadarıyla yeni mekanım...


son foto ahlatın bitlisten gelirken size görünen ilk çehresi. ikinci fotoğrafım sağlık ocağım.fotoları yazının içine nasıl yerleştiriceğimi bilemediğim için şimdilik böyle idare edin. ilk foto birinci kat,sağdan ikinci pencereye bakın.onun arkası benim salonum :)

Bitlis

geleli iki gün oldu. perşembe sabah 7 de başlayan yolculuk akşam 19 da son buldu. ankaradan uçakla Van'a geldik. Babamla beni Pınar'la nişanlısı karşıladılar. 14 senelik dostluğumuz beni buralara sürükledmişti bir nevi. Arabaya bindik. Vanın meşhur kahvaltı salonlarından birinde otlu peynir,murtağalı kahvaltımızı yaptıktan sonra Edremit, Bitlis, Tatvan,Ahlat , Adilcevaz olan rotamıza koyulduk. bitlis sağlık müdürlüğünde memuriyet hayatıma attığım ilk imza, tatvanda mönüdeki her şeyin bittiği bir akşam yemeği ve iki jandarma ya da asker (emin değilim)çevirmesinden sonra pınarın evine vardık. Babam beni rahat ettirsdinler bana sorun çıkarmasınlar diye biz gelmeden tüm tranıdıkları vasıtasıyla bu civarı ayağa kaldırdığı için sağlık müdür yardımcısı bugün yeni bi doktor başlıyomuş milli eğitimden sağlım bakanlığına bissürü insan aradı ne dertleri varsa şeklinde konuşması gelen doktorun ben olduğumu öğrenmesiyle sonlandı. tabii sonra ortamın me kadar buza kestiğini tahmin etmek zor değildir. ben babama gör bak işte ne lüzumu var bu kadar gürültü yapmanın bakışları atarken o da adama ne diyon lan sen bakışları atıyodu. memurluğumun ilk resmi merci muattaplığım babamoın tüm memurluk hayatında adeti olduğu üzre kavgaya ramak kala başlamış oldu. tabii bunun arkası ertesi gün ahlat sağlık grup başkanlığından sonra uğradığımız kaymakamlıkta babamın yine beni sahipsiz sanmasınlar niyetiyle yapmak istediğinezaket ziyaretinin kaymakam ve arkadaşlarının 1 saat süren çay toplantısı üzerine kaymakamlıkta çıkan kavgayla noktalandı. evet artık her şey tamamdı. kaymakamlığa başlangıç yazımla birlikte yeni gelen kavgacı doktor olarak namım da ulaşmıştı. Oradan çıkıp ev aramaya gittik. Ahlat van gölünün kıyısına paralel yerleşmiş Adilcevaza nazaran daha gelişmiş bir ilçe. benim ahlat taşından yapılan eski evlerde oturup odun sobası yakma hayallerimi darmadağın edip TOKİnin şehir dışına yaptığı bildiğimiz 3+1 kaloriferli klasik apartman dairelerinden birinde karar kıldık. 200 lira kira, 250 lira aidat olarak belirlenen aylık bütçeme de oluru verdikten sonra tuvaletin aktığını yapılmasının bi haftayı bulacağını söylediler. tabii bu süre giderek 10 gün 15 güne çıktı. ben sinşrden sağı solu tırmalamaya başlamıştım ki pıunar beni alıp hadi gel yemek yiyelim diye arabaya attı. biz kamyoncu lokantasında iki kız yemeklerimizi söyleyip afiyetle çaylarımızı yudumlarken gelen geçen ve gözleri üzerimizde kalan adamlara bakıp ben niye bunlara alışacakmışım onlar bana alışsın dedim. pınar da 1 senelik tecrübeyle sabit anlattığı bi kaç anısından sonra bu fikrimden küçük bi u dönüşü yapıp yukarda aile salonu varmış dedim sesim bira cılız mı çıkmıştı ne? adilcevazda pınarın evinde bana hazırladığı odaya bi kaç parça eşya ekleyip yerleşmeye karar verdim. ki niteki yan flütümden makyaj malzemelerime kadar yerleştim. şimdi kendimi daha güvende hissediyorum doğrusu. 1 aya da taşınırım. burada da çok güzel bi odam oldu. pınarla hüseyin bu ayın sonunda evlemicek olmasalardı ben hep burada kalacaktım. gerçi yine kalıcaktım da annemler bırakmadı. olur mu canım öle şey, yeni evli çift, elin adamı falan laflarının altına bu hayalimi gömmek durumunda kaldım. yine de bu kadar yakınımda birilerinin hem de 15 seneik dostumun olması beniş çok rahatlatıyor. mesela şimdi akşam yemeği hazırlıyolar. hüseyin klasik bir antepli mantığıyla 15 gün yakamasa depresyona gireceği mangalının başında bize balık pişiriyor. ben de yatağımda yeni aldığımız cicili bicili battaniyemin üstünde oturmuş bu yazıyı yazıyorum. eğer onlar olmasaydı uhtemelen şimdi kedi gibi pısmış ağlıyor olacaktım :) insanın kendini tanıması da iyi bi şey tabii. nese artık gitmem lazım. sanırım yemek oldu. evimi ve buraları anlatmaya devam edicem.

8.11.2008

bitlise giderken

bugün anneanemin ölüm yıldönümü. gitmeden ziyaret edeyim dedim. onun doğduğu ve gençliğini belki de tüm umutlarını bırakıp geldiği topraklara gidiyorum.

6.11.2008

sessiz gönül dostumdan...

ben mutsuzum.ağlasam diyordum.ama öyle feryat figan değil,zırıl zırıl değil,gülümseyerek ağlasam... hatırlarken ardarda bi şeyler devrilsin içimde. ağlayayım ,kendime değil,unuttuklarıma...sonra blogunu okudum.sonra cd çantamda neredeyse bir senedir en üstte duran cd yi izleme zamanım geldi. taktım ,olmadı. sildim,olmadı. yıkadım,oldu. izledim. küçük burnuna ,saçlarına takıldım esmer oğlanın. gözlerindeki ışıltıda eridim. böyle bakmalı çocuğum dedim. aldım onu kalbime,dinledim.yanındaki çocukla konuşuyordu.ses derinimden geliyordu.anlayamadığım dilin altyazısıydı:-ne yapıyorsun burada?-gel otur,emir ağa!-burada vakit kaybediyorsun,uçurtma diğer yöne gitti.-bu tarafa gelecek.-nereden biliyorsun?-biliyorum işte.-ama nasıl?-sana hiç yalan söyledim mi?-nereden bileyim!-pislik yemeyi tercih ederim.-gerçekten öyle mi?-ne öyle mi?-yalanını söylersem yer misin?-istersen yerim.ama gerçekten böyle bir şey yapmamı isteyecek misin?-deli misin? istemeyeceğimi biliyorsun-biliyorum.biliyordum.istese de" isterim "diyemezdi zaten.istenmezdi böyle şeyler.sevmek götürürdü öfkeyi ya da bir ucu nefretti. nefret oldu,ya da başka bir şeydi,yenilgiydi,bir gün istedi .istediğinde yüzüne sürecekti çürük meyveyi parlak gözlü çocuk.ne farkı vardı pislik yemekten.ağladım ben,üstüne sürdüğünden değil,derinime sığdıramadığından..."asil hesaplaşma anlayışınızı sevdim ,bayım." diyorlardı ya hani,böyle verilirdi hakkı lafın.artık ne zaman sinemada birbirine dönen iki çocuk yüzü görsem onları hatırlayacağıma mutlu oldum.-bravo ne demek biliyor musun?-hayır-bravo dahinin italyancası-hikaye ne hakkında?-sihirli fincan bulan bir adamla ilgili.gözyaşlarını fincana akıttığında inciye dönüştüğünü öğreniyor.çok fakir biri, anlıyor musun?Hikâyenin sonunda elinde bir bıçakve kollarında karısını cesediyle bir inci dağının üzerinde oturuyor- Yani karısını öldürdü mü?- Evet, Hasan.Böylece çok ağlayıp zengin olacaktı.Evet, hemen anladın.Ne?-Yok bir şey, Emir ağa.Kahvaltını bitirdin mi?-Ne var-Hikâye hakkında soru sormama izin verir misin peki?--Tabiî ki.-Adam neden karısınıöldürmek zorundaydı-Çünkü her gözyaşı inciye dönüşüyor.-Evet ama neden sadece soğan koklamadı? dedi ya hani ,elimde binlerce fincan olsa gökyüzüne değerdi başım...-O uçurtmayı senin için getirmemi ister misin?-Senin için bin tane bile getiririm.anlatabileceğimi bilsem binlerce kez yazardım içinden geçtiğim anları.. bu sana ilk mektubum sanki. ben bugün mutlu oldum. FARKINDA olmadan güzel hissettirdin bana. senin için binlerce kez dua ettim. binlerce kez mutlu ol bebeğim

1.11.2008

uçurtma avcısı


karman çorman oldum. bi film hayatınızı değiştirmez elbette ama tanımadığınız kişilerin son nefeslerine belki en yakınları kadar üzülmenize sebep olabilir. acılarla yoğrulmuş yer yüzünde kim bilir sırtımızı dayadığımız kaç ağaç bi zavalının kanıyla sulandı? hiç bitmeyen haksızlıklara, zulümlere rağmen kim bilir kaç uçurtma bir çocuğun kalbiyle beraber havalandı.

en iyisi susmak. ve çok güzel anlatılmış bir hikayeyle tanışmak.

uçurtma avcısı, the kite runner izlemediyseniz nacizane tavsiyemdir.