29.08.2009

ramazanda telefon alarmı

ne garip bir ramazan. yazın ortasında, ailem olmadan, sevgilim olmasa her akşam yalnız soframda ağladığım bir ramazan. gündüzleri işe gidiyorm. akşam yarı baygın geliyorum. yaptığım uydur kaydır yemeklerle iftar yapıp bulaşıkları yıkadım derken saat 9 oluyor. şimdi olduğu gibi. 10 a kadar ancak kendime gelip ders çalışmaya başlıyorum. her akşam bu gece geç yatıcam desem de 12 de yatakta buluyorum kendimi. bu zorlu koşularıma bi de telefon alarmı eklendi. telefonum her nedense ankaraya geldiğimden beri evde çekmiyor,bölüde çekmiyor, sokakta bile çekmiyor.sadece çalar saat olarak kullanabiliyordum. bi de telefona bu yüzden söyleniyordum. meğer ne önemli gerekli bir şeymiş çalar saat.hal böyle olunca başka bi makina buldum evde kartımı ona taktım.eskii , ekranın ortasında saçma bir çizginin efekt verdiği bir telefon.onun da saat ayarı bozukmuş ne bilecem. alarmı kurup bi güzel yatağa girdim. sahura kalkıp mutfağa gittim. bi baktım saat 5. tak etti. gittim yeni telefon aldım. bunun da abidik bir ayar mekanşzması var ki.yok gtm ayarı yok güneş ayarı. ne olduğunu anlayana kadar (türk usulü dene bul, asla kullanım klavuzunu okuma) ayarladığım saai bi saat geriye attı 2 gün. bi de dokunmatik ekran, habire ayarlar değişiyor.tabii uyanma vakitleri yine aynı terane. dün olayı çözdüm sandım. gene alarmımı kurup sabah 4 e ,yattım. bi güzel de uyumuşum ki. uyandığım da gündoğmuuş , saat 8 buçuk olmuuuş.gerindim falan aa ben sahura kalkmadım!alarm çalmamış.kontrol ettim telefonun alarmı çalışmıyor. her şeyi yaptım, dünya saatleri, gtmler ıvır zıvır sonra da bir saat boyu her dakika başına başka bi alarm kurup denedim. yok. telefonun fabrika ayarlarını geri yükledim. yok. kullanma klavuzunu alıp her sayfasını okudum. ı ııh. meğerse sevgili telefonumun kurduğum alrmlar için kendince uyguladığı bir sistemi varmış. hafta içi her gün çalıyor hafta sonları çalsın istiyorsanız ayrıca belirtmek gerekiyormuş. salak sana ne. hafta sonu iznimi sen mi veriosun. neyse olay çözüldü ama ben 24 saat aç kalmış oldum. o oldu. sağ salim iftar yaptım. şimdi de çayımın tadını çıkarmaya gidiyorum.

28.08.2009

mikrobiyolojide asistanlık

Uzun zamandır sevgili blogum sana hastane köşelerinden yazmamıştım. gerçi burası hastanenin köşesi sayılmaz. kendi başına ayrı bir binada sessziliğin hüküm sürdüğü bir bölüm.
evet başlayalı 2 hafta oldu. mikrobiyolojiyi sevebileceğime dair taşıdığım umutlarım artık yok. aman işte ne güzel bir sürü boş vaktim olacak ben de hayatımı yaşarım diye kendimi avutmaktan da vazgeçtim. ders çalışmaya başladım. gerçi biraz aceleci bir karar olarak görülebilir ama ne kadar ağırdan alırsam o kadar zor olacak diye korktum. daha doğrusu burada kalırsam diye daha çok korkuyorum.
sabah 9 ila 9:30 arası geliyorum bölüme. sekreterimiz oya ablayla biraz muhabbet. sonra toplantı odasında otur, mutfakta (besi yeri pişirilen bir mutfak) otur, ramazan olmasa kantinde otur, öğlen yemek ye bahçede otur, öğleden sonra biraz daha otur sonra 16:30 -17:00 arası eve git. şimdilik bu rutini sadece arada bize öğrenelim diye gösterdikleri işler bozuyor. bakteri laboratuarlatında ekim, pasaj, preperat hazırlama, boyama, mikroskoplarda değerlendirme, besi yeri hazırlama falan filan. tabii yaptığımız işler fakültede öğrencipratiklerinde yaptıklarımızdan ilreri düzeyde değil. şimdilik. ilerde rotasyonlarımız ilerledikce hocaların araştırmalarına dahil oluyoruz. bir de 1 senelik hastane rutin labında çalışıyoruz. orası gerçekten yorucu ve yoğun. tabii kıyaslamayı nereyle yaptığınıza göre değişir.
bu ay bizimle ilgilenen hocalardan birisi deişik bir adam.(diğeri izinde tanımıyorum) hiperaktifim demişti gerçi ama ben bunu kastettiğini düşünmemiştim. sabah 7 de geliyormuş. hafta sonları da geliyor anladığım kadarıyla. adam enfeksiyoncu, mikrob. de prof olmuş bitirmiş her şeyi. kendi icat ettiği veya imal ettiği aletlerle çalışıyor. odsında matbaa aleti var. bi tane kitap basmış da...bişey söylerken aklına başka bişey geliyor. onu da söylüyor. sürekli hızlı adımlarla bi yerlere yürüyor. sanki genel cerrah. bize sürekli abidik şeyle soruyor ,donmuş yüz ifadelerimize gülüp bulun bana ne nerden bulursanız kardeşim, bulun gelin ,sorarım diyor.kontaminasyonlar çok olduğu için otoklavın yanlış çalıştığını düşünüyor. bize basınç sıcaklık formülü bulun dedi. onları bilmem nelere çevirip neg. logaritmalarını falan alıp bi değerlere ulaşmamızı istedi. otoklavı doğrulayacakmısız. kimya mı fizik mi nereden ne bulacaz matematik lazım logaritma falan nerde kaldı.öyle bön bön baktık adama biz.tabii bizim otoklav nuh nebiden kalma olduğu için. tefalin düdüklü tenceresi bile daha kompleks bi alet. yoksayeni çıkanları kendi doğrulamarını zaten yapıyor.neyse yani bu aralar hacettepede bi patlama olursa..
bölümün popülasyonu neredeyse tamamen kadın. pardon ''kaprisli kadın''. kendimi fbı ajanı falan gibi hissediyorum . biriyle bi şey konusuyorsunuz yanınızdaki hemen sesini alçaltıyor, kapıları kaptıyor, kapının arkasından tıkırtı gelse kesin biri bizi dinliyor falan filan. allahım herkes kimseye güvenme diyor.gerçekten kimse kalmıyor bu duerumda. napıcaz bakalım. allahtan celo var. cealettin bizim 3 üst dönem gaziden. eş kıdemlim. tanışmıyorduk okulda ama burada sanki öncesi varmış gibi bi muhabbet kurduk. bi de gene bizim okuldan bi kız daha başlayacaktı ama sanırım vazgeçti. o kadar geç atama yaptılar ki insanlar eylül tusuna girerim demeye başladı. haklılar da tusa kaldı 2 hafta.
benden şimdilik bu kadar. birileri sisteme girip blogu bulup okur da yazarın ben olduğumu anlarsa diye saçma ama gerçekten beni korkutan bir paranoyayla yazdığı için çok açık yazamıyorum. evet biliyorum. saçma ama ya olursa...

20.08.2009

yeni gün

Oktay Amca’ya sevgilerle

rüzgar sabahın mahmurluğunu dağıtmak istercesine esmeye başladı. Alacalı maviliğe çalınan turuncu fırça darbesi güneşin geleceğini haber ediyordu. Kuşlar pür telaş uçuşup cıvıldıyordu. Günü karşılamak lazımdı.çiçekler yeşil yapraklarını kibar bir reveransla göğe uzatmış, taçlanmış başları ışığın her damlasını içmeye hazır bekliyordu.toprak gecenin üzerine bıraktığı çiy taneleriyle yüzünü yıkamış, cömertçe gülümsüyordu. Hayvanlar aleminin mesaisi çoktan başlamış, kediler çöp arabasının unuttuklarıyla karınlarını doyuruyordu. güneş doğuyordu.Evren uyanıyordu her zerresiyle. Yeni bir gün doğuyordu. tüm bu telaşın içinde o yere uzanmış,yorgun yüzünü dolduran bir huzurla yatıyordu. Rüzgarın ellerine kendini bırakmış kır saçları da olmasa bir heykel gibi kıpırtısız. Yumruk yaptığı avuçlarında ağlaşan bir kaş yaprak ve Beyaz bir tavşandan başka kimseler yoktu görünürde. Kocaman parmakların arasında olduğunu bildiği kahvaltısını yapmaya gelmişti.

Gençken yiyeceksin , bak bana her şey yasak,çayın bile tadı kalmadı derdi şekersiz çayını yudumlarken. Şeker hastasıydı.hastalığına sebep mi yoksa hastalığıdan sebep mi bilinmez ,sinirliydi. Kızdı mı çabuk parlar ama hemencecik yumuşardı.doğru bildiğini kimseden saklamaz ,eyvallah etmeyen yapısıyla birilerini karşısına almaktan çekinmezdi. Borçlanmıştı. Bir uçtan düzeltmeye çalıştığını öbür uçtan bozmuştu.alacaklılar giderek daha da çok sıkıştırmaya başlayınca sıkıntıları eve de yansımıştı. Beceremedim derdi. Ya ben yanlış oynadım ya hileli masaya düştüm. Ama bu hayatı beceremedim. Giderek uzaklaşmıştı insanlardan, ailesinden. Kocaman kahkahalarını duymaz olmuştu öğrencileri. Tek huzur bulduğu anlar bakir sabahla buluşmasıydı. Evrenin uyanışına,tabiatın sükunetine, günü karmaşasında duyulmayan seslerine, ağaçların rüzgarın hayvanların hakim olduğu dünyaya bakardı uzun uzun.Tazeleniyorum derdi her gün, yeniden başlıyorum hayata.Huzuru taze havayla içine çeker, efkarını sigarasının dumanıyla üflerdi dolu dolu. Masum dünya derdi bu zamanlarda, kendi mahsun gözlerle dalarken uzaklara. Ne düşündüğünü kimse bilmez, kimse görmez görse de ilişmezdi. Bi de bu tavşancık vardı işte. bu halinin şahidi. Sahibi gibi mini mini bembeyaz .Her sabah kahvaltısını bu kocaman ellerden yapmaya alışmıştı.

Pembe burnunun ıslattıığı kocaman el hala kapalıydı. Bi terslik olduğunu anlamış gibi durdu . etrafında bir tur attktan sonra yüzünün yanında bekledi.patisiyle yanağına dokundu. Gözlerini açar diye bekledi. Parmaklarını bi daha kokladı. Parmaklarını açar diye bekledi. Açmadı . Eline bir daha baktı. İşte orada duruyordu tazecik bir yaprak sapı. Son kez yaklaştı yorgun yüzün yanına. Huzurla gülümseyen bu yüzü kokladı. Bu defa pembe burnu üşümüştü.

Güneş doğmuş,kuşlar susmuş. Bir çığlık bu sessizliği bozmuş. Yolunan yaprak kendi canına ,göğsüne kapanmış kadın giden canına ağlamış. Rüzgar kızmış bu patırtıya, savurmuş tüm borçluları,sıkıntıları,hastalıkları,yalnızlığı. Neden sonra durmuş. Güneş çoktan doğmuş. Doğmuş da kavurmuş ortalığı.gelen olmuş giden olmuş giden olmuş. Siren çalmış,zaman dolmuş. Geride sessizlik kalmış. Gün doğmuş. Şehrin karmaşası başlamış yeniden.

O susmuş.
Her yeni gün bir başlanmış.

16.08.2009

pazar geceleri hep karnım ağrır

pazartesi sendromu denilen şey yüzünden pazarları da sendrom halinde geçer bende. gerçi sendrom falan bilmezken de böyleydi bu bende. ilkokuldan beri. anaokuluna giderken de böyle miydim acaba? 1 aydan sonra eve kaçtığımı düşünürsem muhtemelen böyleydi. bir senedir böyle bir hisse kapılmamıştım. bitliste ilk iş günümü hatırlamıyorum gerçi. sonra diyalize ilk gittiğim günü de.ama 6 ay yarım gün mesai yapınca değil sendrom gezme oldu bana pazartesileri. oysa bugün gerçekten karnım ağrıyor. ankaradaki ev sanki bana yabancı, sanki ben buraya ilk kez gelmiim gibi tedirgindim bugün. tüö gün kendimi oyalayabilmek için olmadık işler yaptıım. aynı renk olmasına rağmen 2 kanepeyi salondan arka odaya, oradaki 2 kanepeyi ise salona çektim elimde metreyle. metre ne alaka derseniz şöyle özetleyim kanepenin tahta konsol dahil eni 81 santim bizim geçeceğimiz en dar alansa 83 santim. ha bi de iki tane kapıyı yerinden çıkarmak zorunda kaldım. ama geri takmak mümkün olmadı. yatak odamda ellenmemiş bir kıyafetin açılmamış bir çekmecem kalmadı. ve tabii mutfak 5 saatlik bir temizlik operasyonuna maruz kaldı. buna buzluğun ve derin dondurucunun buzlarının hunharca katledilmesi de dahil. kendime yaptığım 2 öğün yemek ve akşam örmeye başladığım diz battaniyesini de sayarsam ne kadar stresli olduğumu varın siz düşünün.
yarın iş başı.mehil müddetinin sonuna kadar kullandım. mikrobiyoloji ihtisasıma başlamadan bi gün önce tus kitaplarımı kitaplığıma yerleştiriyordum. ne muamma. yine de çok heyecanlı ve mutluyum. bi yere aidiyet güven veriyor. ayrıca kaç nöbet yazacaklar acaba, kıdemliler nasıl tipler, hocala kaprisi var mı düşünceleri içerisinde olmadığım için çok mutlu olduğumu farkettim. ben bu sınava çalışırken hep dua ederken allahım hayırlısı olsun dedim. sonra da ne işim var mikrobiyolojide dedim. ama bugün hissettim ki benim için hayırlısı bu sanırım. belki bi süreliğine belki devamlı olacak ama ben şu anda mutluyum.
bu heyecan gerçekten okuluntatil dönüşü ilk gecesi hissedilen o sevimli heyecan. ve ben herşeyin güzel olacağına inanıyorum.
ama bi yandan. kendimi o kadar kimsesiz, bi o kadar yalnız ve buruk hissediyorum. hep dedim ki kendime hele bi dur bakalım. bi yarın olsun da başla işine. sonrası allah kerim.

otobüs

afedersiniz.. bu bi ihtardı. çantanızın oturduğu koltuk bana ait demekti. sarışın kız soğuk bir bakış atıp aldı çantasını. hareketleri biraz sert miydi ne? ayrıca neden ters baktımıştı ki? amaan dedi kendikendine mavi gözlü kız, gri-lacivert karışımı zeminde beyaz ve siyah boncuklar işlenmiş çok sevdiği çantasının içinden ince beyaz hırkasını çıkartıp koltuğa bıraktı. beli açıllmasın diye bluzünü çekiştirdikten sonra çantasını yukarıda bulunan el bagajı portuna yerleştirdi. çantasının halat ve boncuklardan oluşan sapını arkaya ittirmeye çalışırken öndeki adamın kafasına dirseği çarptı. ah özür dilerim, dedi yerine otururken. of bu sap. tüm gün omuzumu kestiği yetmedi şimdi de beni rezil etti.bakır kızılı saçlarını geriye attı. kucağında kitabı, şişme yolculuk yastığıyla altına sıkışmış hırkayı çekip çıkarmaya çalışırken sarışın kız üçüncü soğuk bakışını fırlattı. adama çarptığımda da kötü kötü baktı. sanki farketmedim. hey allahım.. derin bir nefes aldı.yazın ortası olmasına rağmen serindi hava. annesinin aldığı tortop olmuş hırkasından kollarıı geçirmeye çabalarken kitabı yere düştü. hah tam bana göre bi davranış. bravo bana yani, sakr nolacak diye kendine kızadursun sarışın kıza doğru seyirten kalın ciltli kitabını almak için eğildi. sarışın kız uyku vaziyeti almış başı cama dayalı. bana mı bakıyor bu? gözleri kitabına kayınca hıh dedi içinden kesin benim gece boyunca okuma ışığımdan rahatsız olacağını hesaplıyordur. sarışın başını bezgince cama çevrildi gerisin geriye. mavi gözlü kız yeniden ayağa kalktı çantasının içinden bi şişe küçük su ve çubuk kraker çıkartıp yine hummalı bi uğraşıdan sonra yerine oturdu. dökülmesin diye minicik açardı hep paketi. çocukluğundan beri yerdi yola çıkmadan önce mide bulantısnın önüne geçmenin bir yoluydu. paketten bi kaç tanesinin dışarı doğru çıktığından emin olduktan sonra sallamayı bıraktı. sarışın kıza uzattı ,alır mısın?kız baktı,baktı sanki kızmış gibi kaşlarını çattı, burnunu çekip cık dedi. cıkk mı? aman ya suna da bak cevap vermeye bile tenezzül etmiyor.bi de sabaha hasta olmasak bari. baksana elinde mendil burnunu çekiyor ikide bir. iyi bakalım, bi daha bana bak sen de gör. ben de sana cevabını vermez miyim?kendini aşağılanmış hissederek arkasına yaslandı kitabını açtı, kot pantolonunun cebinden çıkarttığı biletini 13 numara diye kontrol ederek kitabın arasına kyodu. sonra şööyle bir sayfaları çevirdi. yaprak seslerinin duyulabilir olmasına dikkat ederek.bi taraftan da kızı izliyordu. bekledi..hayret,kızda hiç hareket yok. sonra lambayı açtı kapadı, iyi bari çalışıyormuş dedi kendi kendine bu defra da duyulabilir olmasına dikkat ederek....ee noldu buna. cama mı yapıştı yani dedi iyice sinirlenerek. sırtını yasladı kızla uğraşmaktan vazgeçip. sağ bacağını dizinden kırıp öndeki koltuğa yasladı. dizindeki yırtık biraz daha büyüdü. en sevdiği eskitilmiş kotunun dizlerindeki yırtıklar zamanla büyümüştü. şimdiyse dizinin yuvarlağı neredeyse tamamen ortadaydı. hoşlanmadı bu serseri görünüşünden. artık büyümeliyim 26 yaşıma geldim hala çocuk gibi dolaşıyorum dedi.sen hala yırtık kot ,konvers giy derken gözleri sarışın kızın babetlerindeydi. suyuna uzandı. bir yudumun boğazından aşağıya yuvarlanmasına izin verdikten sonra başını camdan yana çevirip kalabalığın üzerinden kaydırmaya başladı.ne kadar da kalabalık. hiç gece yarısı der misin? herkes mi tatile gidiyor,bi de kriz var diyorlar memlekette. dudaklarının kenarlarında oluşan küçük gamzeler aradığını bulduğunu haber veriyordu. elini kaldırdı, avucunun içine bıraktığı bir öpücüğü sımsıkı tutup cama doğru uzattı.ellerine bulaşan parfüm kokusunu çekti içine. parmaklarını açtı, elini salladı. Karşıdan gelecek bildik reveransı izlemeye koyuldu zevkle. sevgilisi kara gözlerinde birer yıldız parıltısıyla elini ondan yana doğru kaldırdı. aralarında , otobüsün camı, bagaj sırasında bekleşen yolcular,sarışın kafa yahut otobüsün o koca camı yokmuş da öpücük havada süzülerek onun avcuna konmuşcasına, tuttu boşluğu. bir pandomimci ustalığıyla yavaşça kavradı parmakları o görünmez öpücüğü. büyük bir dikkatle kalbinin üzerine götürdü. itinayla taşıdığı öpücük avcunda, elini kalbinin üzerine bastırırıken başını önce eğdi ,kaşları çatıldı, gözlerini yumdu.bir iki saniyelik bir duraksamadan sonra ,yukarı kaldırıdığı gözlerinde şimdi iki kara delik, gözlerine sabitledi.elini kaldırmaksızın göğsüne inip kalktı parmakları. pıt pıt pıt.işte burada dedi mavi gözlü kız sevgilisiyle aynı anda.gülümsedi. bakışları uzaklaşan açık yeşil mevsimlik montta, bu renk ona çok yakışıyor .bu montu ne zaman aldık derken... üç senedir her vedalaşmarında olduğu gibi gözlerinde sevgi, mutluluk,hüzün vardı...............................


peçete aldım mı ben yanıma. aldım. nane şekerim o da tamam. ne zamandır otobüs yolculuğu da yapmamıştım. nasıl geçecek bakalım. bari otobüs iyi olsaydı. şuna bak koltuklar eski daracık. ek sefermiş. hafta içi bu mevsimde hayret yani. herkes tatile mi gidiyor? yanıma kimse gelmez umarım. 12 numaralı pencere kenarındaki koltuğuna oturmuş bunları düşünüyordu.çantasını boş koltuğa bıraktı. içinden çıkarttığı tokasıyla, saçlarını toplayıverdi. fönü bozulmuş. iyi değil dün gittiğim kuaför. fakültedeyken gittiğim kuaför ne sağlam çekerdi fönü. bi hafta zırh gibi. kapanmış. sahi ne kadar olmuştu gideli bu şehirden. sadece iki. iki senede ne çok şey değişmiş buralarda. afedersiniz.. düşüncelerinden sıyrılmasına neden olan bu emirvaki sesin sahibine çevirdi başını. ayakta durmuş kendine bakıyordu. buraya oturacak bu dedi. çantasını aldı, kızı şöyle bi süzdü.gözleri de güzelmiş. küçük gösteriyordu.üstüne başına bakılırsa öğrenci falan heralde.bi yerleşemedi ha! işimiz var bunla şuna bak adama da çarptı. başını cama çevirdi yeniden. en son ne zaman buradaydım? 3 sene oldu mu?tabii oldu. son sene uçak biletleri ucuzladıktan sonra otobüse binmemişti hiç. zaten oldum olası sevmezdi otobüs yolculuklarını. tabii 3 sene olmuştu. o zamanlarki erkek arkadaşıyla birini uğurlamaya gelmişlerdi. vay be ne günlerdi. şimdi herkes hayal oldu.kim gelmişti ki? haa kuzen yaa. tabii beni özlemek bahanesiyle bi hafta bizim evde tedi içti bizim kızlarla da gezdi tozdu sonra toz oldu. gülümsedi. pis serseri. ama severdi kuzenini çılgındı, vefasızdı ama samimiydi. ailesinde genel hüküm süren soğuk hava kuzenini teğet geçmişti. düşündüğünü pat diye söylerdi.bizimkine de senin hatun taştır ha, kuzen olmasaydı zordu işin demişti.patavatsız.birden korkuyla döndü. dizlerine bi şey sürünmüştü.noluyo be bu da ne! yandaki kız yere eğilmiş kendi ayakları önüne düşen kitabını almaya çalışıyordu. sinirle baktı. ne bu be!! sürekli bi kıpırtı bi gürültü. o nasıl bi kitap ya.yuh!! yolda bu okunur mu? bitmez bu be! gece boyu ışığı da açık tutar. tam bulduk papazı kızım!! bacak bacak üstüne atıp biraz kaykılarak gövdesini öte yana çevirdi. başını cama dayayıp kalabalığı izlemeya koyuldu. o napıyor acaba? okul bittikten sonra burada kalmış diye duydum. ne güzel günlerdi be. el ele tutuşup serseri mayın gibi dolaşırdık. kızıldı ozaman saçlarım. çok uzun sürmemişti. kaç ay ,5 mi yok ya 7 ay. tabii ya iki ayını beni ayarlamaya çalışarak geçirdiğini sayarsak. okulun en güzel kızlarında biriydim. olsun o kadar. öyle çok yakışıklı değildi ama farklıydı diğerlerinden. hiç eyvallahı olmazdı. bana da olmadı. biraz oynayım dedim adam hemen anladı da bıraktı beni. oysa benden hoşlanıyordu. tabii ya o bıraktı beni di mi? adam hiç ikiletmedi. hala hatırlarım o son cümlesini. bak güzelim, ben oyun oynamam,oynatmam.dedi ve gitti. sonra da hiç.. ne kıskandırma tripleri, ne affet beniler. öylece bitti. alır mısın?.... döndü istemye istemeye. gözlerinin buğulandığını görmesin diye kaşlarını çatarak baktı. kraker mi? saol canım senin olsun. bi de kibar yani! titremeye yüz tutmuş sesini yutup cıkk dedi. hüzünlü bakışlarını, verdiği alaycı ifadetle maskeleyerek geri döndü. burnunu sildi. acele adımlarla yürüyen insanlar, uykusu gelmiş çocukları çekiştirerek yürüten ebevyenler, yastık satanlar,çay kaahve satanlar. karmaşanın dinginliğinde ağır ağır dolaşırken gözleri birden durdu. dudaklarının kenarlarında beliren ince çizgiler şaşrıdığını ele veriyordu. bu o değil miydi. sakallarını kesmiş,biraz da kilo almış ama evet işte oydu. gözleri hiç değişmemiş. parfümünün kokusu geldi birden. gülümseyerek bakıyordu kendine doğru. yok artık! dedi. hayal görüyorum. yoo orda işte gayet de bana bakıyor. iyi de neden? neden bana baksın üstüne de gülümsesin. napcam şimdi ben. el sallayım. saçmalama be! olur mu en iyisi arkama yaslanayım görmemezlikten geleyim. evet en iyisi bu. ee hala bakıyor. napıyor bu ya? el sallıyor.!!ay ya çıkar gelirse. niye bu kadar heyecanlandım sanki.çok da sevmiyordum yani. düzgündü işte,farklıydı o kadar.ama mutluydum. bir kızı nasıl mutlu edeceğini iyi bilirdi. iyi de onca sene sonra burada!!! durup dururken aklıma geldi,şimdi de...şu okuduğum kitapta diyodu ya, secret bu mu yani? belki de yeniden......


sırtı koltuğa yapışmış napacağını düşünürken gördü onu. yanındaki kız, aşağıya hipnotize olmuş gibi bakıyordu.gözleri parıl parıl. gülümseyen dudaklarına götürdü elini. avucuna bir öpücük kondurdu. elini cama doğru uzattı. aşağıya baktı. o elini uzatmış havayı tutuyormuş gibi yumruk yaptığı elini kalbine götürdü. aman allahım, bana bakmıyormuş. beni görmemiş bile. kıza baktı tekrar, ne kadar mutlu görünüyor..görünüyorlar... bakışları uzaklaşan eski sevgilisinin üzerindeki açık yeşil montta sabitlendi. bu rengi hep severdi. bu.. bu benim ona aldığım mont... ne kadar aramıştım bu rengi..derken gözlerinde 3 sene önceki gibi hüzün vardı.