20.08.2009

yeni gün

Oktay Amca’ya sevgilerle

rüzgar sabahın mahmurluğunu dağıtmak istercesine esmeye başladı. Alacalı maviliğe çalınan turuncu fırça darbesi güneşin geleceğini haber ediyordu. Kuşlar pür telaş uçuşup cıvıldıyordu. Günü karşılamak lazımdı.çiçekler yeşil yapraklarını kibar bir reveransla göğe uzatmış, taçlanmış başları ışığın her damlasını içmeye hazır bekliyordu.toprak gecenin üzerine bıraktığı çiy taneleriyle yüzünü yıkamış, cömertçe gülümsüyordu. Hayvanlar aleminin mesaisi çoktan başlamış, kediler çöp arabasının unuttuklarıyla karınlarını doyuruyordu. güneş doğuyordu.Evren uyanıyordu her zerresiyle. Yeni bir gün doğuyordu. tüm bu telaşın içinde o yere uzanmış,yorgun yüzünü dolduran bir huzurla yatıyordu. Rüzgarın ellerine kendini bırakmış kır saçları da olmasa bir heykel gibi kıpırtısız. Yumruk yaptığı avuçlarında ağlaşan bir kaş yaprak ve Beyaz bir tavşandan başka kimseler yoktu görünürde. Kocaman parmakların arasında olduğunu bildiği kahvaltısını yapmaya gelmişti.

Gençken yiyeceksin , bak bana her şey yasak,çayın bile tadı kalmadı derdi şekersiz çayını yudumlarken. Şeker hastasıydı.hastalığına sebep mi yoksa hastalığıdan sebep mi bilinmez ,sinirliydi. Kızdı mı çabuk parlar ama hemencecik yumuşardı.doğru bildiğini kimseden saklamaz ,eyvallah etmeyen yapısıyla birilerini karşısına almaktan çekinmezdi. Borçlanmıştı. Bir uçtan düzeltmeye çalıştığını öbür uçtan bozmuştu.alacaklılar giderek daha da çok sıkıştırmaya başlayınca sıkıntıları eve de yansımıştı. Beceremedim derdi. Ya ben yanlış oynadım ya hileli masaya düştüm. Ama bu hayatı beceremedim. Giderek uzaklaşmıştı insanlardan, ailesinden. Kocaman kahkahalarını duymaz olmuştu öğrencileri. Tek huzur bulduğu anlar bakir sabahla buluşmasıydı. Evrenin uyanışına,tabiatın sükunetine, günü karmaşasında duyulmayan seslerine, ağaçların rüzgarın hayvanların hakim olduğu dünyaya bakardı uzun uzun.Tazeleniyorum derdi her gün, yeniden başlıyorum hayata.Huzuru taze havayla içine çeker, efkarını sigarasının dumanıyla üflerdi dolu dolu. Masum dünya derdi bu zamanlarda, kendi mahsun gözlerle dalarken uzaklara. Ne düşündüğünü kimse bilmez, kimse görmez görse de ilişmezdi. Bi de bu tavşancık vardı işte. bu halinin şahidi. Sahibi gibi mini mini bembeyaz .Her sabah kahvaltısını bu kocaman ellerden yapmaya alışmıştı.

Pembe burnunun ıslattıığı kocaman el hala kapalıydı. Bi terslik olduğunu anlamış gibi durdu . etrafında bir tur attktan sonra yüzünün yanında bekledi.patisiyle yanağına dokundu. Gözlerini açar diye bekledi. Parmaklarını bi daha kokladı. Parmaklarını açar diye bekledi. Açmadı . Eline bir daha baktı. İşte orada duruyordu tazecik bir yaprak sapı. Son kez yaklaştı yorgun yüzün yanına. Huzurla gülümseyen bu yüzü kokladı. Bu defa pembe burnu üşümüştü.

Güneş doğmuş,kuşlar susmuş. Bir çığlık bu sessizliği bozmuş. Yolunan yaprak kendi canına ,göğsüne kapanmış kadın giden canına ağlamış. Rüzgar kızmış bu patırtıya, savurmuş tüm borçluları,sıkıntıları,hastalıkları,yalnızlığı. Neden sonra durmuş. Güneş çoktan doğmuş. Doğmuş da kavurmuş ortalığı.gelen olmuş giden olmuş giden olmuş. Siren çalmış,zaman dolmuş. Geride sessizlik kalmış. Gün doğmuş. Şehrin karmaşası başlamış yeniden.

O susmuş.
Her yeni gün bir başlanmış.

Hiç yorum yok: