25.06.2009

SEVİNCE

birisi sizi sevince ne güzel oluyor. hayat ne güzel oluyor. sizi düşündüğünü bildiğinizde veya sevdiğini duyduğunuzda. öyle çok güzel oluyor ki.hadi 10. kattan atlayalım, ölmicez uçucaz dicekler ve ben inanıcam. sonra uçucam.

benim için yazdın. hep orda duracak. ben istedikçe açıp okuyacam. üstelik resmimiz de var.

23.06.2009

doğumgünü çağrısımları

çocukluğumda güzel güzel giydirilip ailece, anne yapımı bi pastanın tek haneli mumunu üflerken çekilen resimler

ilkokul yıllarımda annelerinin elinden tutup gelen arkadaşlarım, salonda kurulan kocaman sofra ve kasetçalarda çalan burak kut,yonca evcimik ve mezdeke

ortaokul yılları, kızlı erkekli ev partileri, cd playerlara aman çizilmesin diye itinayla yerleştirdiğimiz yabancı müzik cdleri, tedirgin adımlarla yaptığım ilk dansım,hala anne yapımı pastalar ve artık iki haneli mumlar

lise, kadrosu değişmeyen arkadaş grubum, babadan müsadeli akşam çıkamaları, 'mekan'ın sunduğu pastaların üzerinde yaşımla orantısız mumlar ve neşemiz gibi patırtılı maytaplar

üniversitede sevgilimle çıktığım romantik akşam yemeği, evde hazırlanan ilk sürpriz parti, adanaya eve döndüğümde zayıflamıssın sen diyerek yedirilen pastane pastaları ve artık yalnız mumlar.

ailemin, dostlarımın,arkadaşlarımın,sevgilimin izlerini taşıyan günler

bu sene,26 yaşımı doldurduğum bu sene hüzün dolu, kırgınlık dolu, unutulmuşluk dolu..hayatın telaşına yenik düşen arkadaşlıklarla dolu.. teknolojinin hayatımıza getirdiği kolaylıkların dostluklarımdan götürdükleriyle dolu..işte tüm bunlardan dolayı kalbim kırıklarla dolu...

ne oldu şimdi? ben büyüdüm mü? büyürken herkes, bu kadar yoğun ve telaş içindeyken,herkes bu aralar gerçekten çok yorgun ve aslında herkesin aklından daha geçen gün geçerken......

kiminizle yıllarımı geçirdim, kiminizle yalnızca bi kaç aydır görüşmedim,kiminiz hayatımı geçirmeyi düşlediğim, kiminizle aynı evin içindeyim. ve ben bugün sessiz,üzgün, yalnızdım. dün benim doğum günümdü. ve iyiki dündü..........

14.06.2009

kimse bilmez yüreğimin sancısını,bilmesinler

sarılmıştı annem babama bir kanepede.
salonda televizyon izlerken cumartesi gecesiydi.
iyi geceler diyip öptüm yanaklarından.
nasıl da mutlu ve benimsemişler birbirlerini.
gülümsedim, bi kez daha bakıp onları hafızama resmettim..
çıkarken salondan yüreğim burkuldu.
yere düşen hayallerimin üstüne bastım adım adım.

12.06.2009

tülbent oyası

cumaları annemin kuran günü.bildiğiniz altın dolar apartman günü gibi. kuran okumayı örenmeye çalışan 45 yaş üstü kadınların toplaşırlar. bi tesettürlü ekip var bi de bizim siteden katılan diğer ekip. herkes başına bi yazma,tülbent ne derseniz geçirmiş, hocanın anlattıklarını dinliyor. kiminin gözü dolmuş kimi anlatılanların dehşetinden ürkmüş... hocaları bambaşka bi alem. çok kati kuralları olan hafız genç bi kız.ilk tanıdığımda çarşaf giyer, alt dudağına kadar örttüğü örtüsünü evde bile açmazdı. bizim sosyete dindarlara alışması biraz zaman aldı tabii. şimdi o da kot renkli, boncuklu çiçekli pardesuler giymeye başladı:) bugün de malum cuma. annem kuzeninin getirdiği bir dürü tülbentin içinde kaybolmuş. diğer kadınlar da o daha güzel bunun deseni şöyle böyle die hummalı annemin üstüne eğilmiş. görseniz sanki kuvözde yenidoğan viziti yapılıyor. ben su almaya gittim mutfağa. annemin çikolatalı kekinden de bir dilimi peçeteye sarmalayıp arkamı döndüm ki, annem çağırdı. gel de bi bak hangisi daha güzel. parmak arası şıpğıdık terliklerimi sürüye sürüye üzerimde şort-askılı tshirtten ibaret pijamamla başlarının üstünden, e güzel işte hepsi dedim. o anda kapalı tvden yansımamı gördüm. bisürü tülbent, başlarda, ellerde, katlanan açılan okşanan beğenilen kenara ayırılan. ben ortalarında elimde devasa su bardağım, pijamalarımla kendime durum komedisi payı çıkarıp sırıtıyodum. annemin kızım hangisi söylesene çeyizine yapılacak bunlar diyene kadar tabi. sırıtmam trismusa* (bakınız tetanoz semptomları) dönmüüş, bakışlarım eblekleşmiiiş, elimde bi tülbent ne ara tutuşturulmuuş oya örneklerine bakarken yakaladım kendimi. esiden olsa aaa ne çeyizi!!! diye çemkirir sinirden ve utancımdan kıpkırmızı(utanç kısmını seneler sonra ilk kez itiraf ediyorum) odama girer uzunca bi süre de çıkmazdım. bu sefer yapmadım. hatta beğenmeye bile çalıştım, ama beceremedim. kimine iki çiçeği yapıştırmış araya bi yaprak koymuşlar, kimine üç çiçeği yapıştırmış araya bi yaprak koymuşlar. ya da sadece yaprak koymuşlar.ee yani?? ne fark edecek ki? ayrıca ben napıcam bunları? benm bildiğim tülbent namaz kılarken fln örtülür. çiçekti daldı kuştu insanın kafasında rahasızlık vericek alnında dizi dizi boncuk, her hareketinde sallanacak... dedim tabii bunları. olmazmış ama. çeyize illa konurmuş bi kaç tane oyalı tülbent. ben bilmezmişim hem bi gün lazım olurmuş ay bi de bunlara bisürü para vermiyolarmı.. neyse aslında diyeceğim sudur ki; ben galiba gerçekten evlenicem . annem benden korkmadan çeyiz işine girdiğine ben de bu durumu kabul ettiğime göre, hatta bugün internetten köşe koltukları baktığıma göre... vayy bee..............

11.06.2009

erkek tipi acılanma özlemi

ulan erkek olmak vardı. ya da ankarada olmak şimdi. ya da annene babana ben çıkıyorum diyebilmek ''evet saatten haberim var'' demene gerek kalmadan.. atlamak arabaya. tükenmişliğime yoldaş benzin ibresine bakıp sövmek vardı. kontağı çevirip basmak gaza. sonra gölün, denizin herhangi bir suyun kenarında almak soluğu. yakmak bi sigara, cayır cayır içmek. korkmadan dolaşabilmek vardı bi başına. günah olmadan içmek belki. sarhoş olmaya niyet etmek. ağlamak sonra için boşalana kadar.
gözyaşlarımdan biriken sulara düşen kirpiğimin üzerine binmek. akıntıya bırakıp sualleri atmak boşluğa.hafiflemeek............
kızım işte. erkek gibi efkar basmak istiyorum. olmuyor!!ağız dolusu küfretmek istiyorum. yapamıyorum. içime atıyorum. susuyorum. kibar bi gülümseme , bişeyim yok diyorum. herkesi geçiştiriyorum. ve içimden gelen herşeyi. oysa içimden neler geçiyor. siz beni ööle hanım hanımcık oturur görürken. off ulan off!!! desem mesela vizitte. ya da akşam tv izlerken babama ateşin var mı desem ağzımda sigara. laf atsam mesela bi gün yoldan geçen birilerine. ben de sinirlenince cama vursam elimi de kırılsa sonra acile gidip dikiş atsalar fln. ben neden böğüremiyorum ağlarken. ya da keyfimce kahkaha atamıyorum. hep bi kontrol hep bi çeki düzen verme. birileriyle kavgaya tutussam , ne bakıon lan deyip çullansam adamın üstüne. burnum kanarken nasıl da devirdim die sallasam , ben bi başıma 3ü birden... die başlasam cümleye. sabahları işe geç kalıcam die endişelenmeden saatlerimi kapatp geri yatsam. bi gün önceden acaba yarın ne giysem, ahh 1,75 kilogram almışım..tanrımm göbek çevremde sağdan 37 derece açıyla bakınca yağlarım belli oluyo die dertlenmeyip 106 kilo gelene kadar yesem.
ya bağırmak istiyorum. hatta haykırmak. üzerimde sanki görünmez bi kıyafet var da onu yırtıp atmak istiyorum. camları açıp derin derin nefes almak istiyorum. açıyorum, alıyorum ama olmuyor......
kızsın ya, üzgünsen depresyona girersin.tabii süresi medeni halinle ters orantılı olarak. perdeleri açmadan yataktan çıkmaman gerekir. her yer sümüklü buruşuk mendille kaplanana kadar. yakınında laptop olabilir, sezen çalıcaksın ya da 80ler pop. bi kupa olur muhakkak içinde de az kullanılmış soğuk çay. ha yarısı yenmiş çikolata paketiyle tamamlamak lazım dekoru. onun da yarısı, yani depresyonda bile olsan hepsini yemezsin kızsın ya hemen bazal metabolizmanı bi paket bitterle oranlarsın. hem zaten bi paket sana çok gelmeli. sen hep yemeğinin yarısını ''ancak'' yiyebilmelisin. miden küçüktür senin. depresyondaki çikolata hakkın da belirlenmiştir dolayısıyla. kimse demez ama sen bilirsin. bildiğini bilmediğin diğerleri gibi bunu da bilir ve farketmeden öyle yaşarsın. hiç geğirmeden yaşadım ben. niye ki. kola ben de neden gaz yapmıyor? çıkmaya başlayan göğüslerimden utanarak geçirdim çocukluğumun 2 senesini. niye ben ve diğer yaşıtım kızlar birer birer çekildi sanıodunuz sokak aralarından. evcilik oynamak çok mu güzeldi. nie biz utandık sebebi olmadığımız bi şeyden ve halen utanmaktadır pek çok kız, kadın çantalarından pet çıkarırken. neden illa merketten alırız ? erkekse bakkala soramayız çünkü hmm ben kanatlı istiyorum . neden erkekler gerdeğe giderken yumruklanır da kızlar utancından kıpkırmızıdır. neden hep gelin de güzelmiş, zayıfmış, a aa şuna bak şişkoymuş, kısa mı neymiş, nasıl da makyaj yapmış, amma da oyamış, bıraksalar damadın içine düşecekmiş........neden kimse damadı çekiştirmez gelin kadr. neden her gelin rejime girer düğüne kadar. neden sonra kadın güzelse işi neden aldığı bellidir ve çirkinse zavallı bi tek işinde iyidir. ve kime göre güzeldir çirkindir.
ne çok şey varmış içimde ben bile şaştım. ve yoruldum. daha yazamıcam. laptop bacaklarımı yenicek kıvama getirdi. zaten sıcak.

hadi yatalım. ne de olsa ben kızım. uyumak lazım......................

hangi bölüme girdim

anksiyete gelişen bir soru
neden?
çünkü cevaplarıma sürekli eklenerek çoğalan sorularla karşılık veriiliyor
bu mudur??
tabii ki değil. hayret, anlamış gibi görünme, beğenmeme, bir hmm eşliğinde kafa sallamalar, lüzumsuz sevinme mimikleri, mırılmırıl başlanan baht açıklığı duaları,tek kaş havada şüpheci bakışlar...................la bezeli onlarca yüz ifadesi...
soru sağlık camiasında geliyorsa,
tus noldu, hangi bölüm?
1. yorulanlar : süper
yani aslında ben ders çalışmaya devam edicem tabii
ya deli misin bak bizim canımız çıkıyor da noluyor hem aynı parayı al hem hastalarla kavga gürültü bi de malpractis valla meslek iyice yapılmaz oldu............hemen siyaysi bir geçiş ve sayın Akdağı sevgiyle anış...
2. zamanında yorulduğunu unutmuş yaşlı uzmanlar: a aa gidecek misin?
evet
ha gidip orda ders çalışacaksın
bilmem seversem kalırım
tek kaş havaya tam anda tek kaş havalanıyor ve hmm ..aslında bayan için..yani.. olabilir tabi neden olmasın..
AY SANKİ SANA SORDUM ? Bİ DE OLUR VERİYOR.yani ben de hala ders çalışıyor olsam da ,kalıcı olmayı çok düşünmüyor olsam da, böyle de denmezki. belki benim hayalimdi. belki 65 puan alsam da yazıcaktım( tabii ki yazmıcaktım :) nerden biliyosun.
3. pratisyen,asistan,uzman farketmiyor çocuğu olan bayan doktaorlar: en iyisi. evlenip çoluk çocuğa karısınca rahat edersin. nöbetin yok, acilin yok, icabın yok. yarım gün git imzanı at gel...
içses:oldu!! sırf evleniim çocuk yapiim die tusa giriorum sanki. allahım ya kadının hayattaki hedefine bakar mısın? akşam dönüp yemek yapıcak vaktim olacakmış. pehh. madem dr olmasaydın kardeşim. ayrıca ne bu çocuk çocuk herkes bi tutturmuş. anlamıyorum ki!!!
***************************************
soru annenin arkadaşlarından,akrabalardan vs geliyorsa
naptın sınavı, kazandın mı?
evet mikrobiyolojiye girdim
1. amannn ne kadar güzel, hayırlı olsun hangi hastane? oh oh ankaraya dönüyosun. amaaan hem de h..... hastanesi, maşallah maşallah
iç ses:bu kadar sevinecek ne varsa? sanki göze girdim!! bi de gelince artık bize bakarsın diolar hala ya! ne demek teyzecim,kan kültürünü okuruuuum, idrar mikroskobini yaparıııım ya da yarandan sürüntü bile alırım.(bölümü sindirememişliğin ruhuma iliştirdiği isyanın tezahürleri:)
2.duydun mu asuman mi... mi.. biyolojiye girmiş komsunun kızı
iç ses:çok saol teyzecim yani zaten hasta görmicem die üzülüyorum sen de kalkmış biyoloji de. o kada oku dr ol allammm!!!
3. mikrobiyoloji... neye bakıyosunuz siz??
içses:genel cerrahi, kadın doğum ya da dahiliye cevabı bekleyen teyzem. ben sana şimdi nasıl anlatayım. şimdi siz kan aldırıyosunuz ya, işte onların sonuçlarını değerlendiriyoruz..hastalıkların etken mikroorganizmalarını araştırıyoruz anlatabildim mi? yok mu?..yani mikrooop, viruuus...gibi denemeler sonunda ,hani bu domuz gribi çıktı ya işte yeni hastalıklara ilaç falan geliştiriyoruz.
haa yani.. haa anladım. bu kene falan. haa, iiymiş aferim aferim.
ben şimdi teyzeme klinik mikrobiyolojiyle enfeksiyon hastalıklarının ayrımından bahsetsem nolacak bahsetmesem nolacak, vazgeçiyorum. beni muhtemelen enfeksiyoncu sanıyor ama olsun napalım...
4. a aa hani estetikçi olacaktın sen? ay yağlarımızı alacaktın.
plastik cerrah arkadaşlarım olacak, onlar yaparlar (iç ses biraz mahsundur, ben de kan tahlillerini okurum)
yuhh!! pess valla, bana mı umut bağlayıp yiyodun günlerde o kadar pasta böreği son 3 senedir. alla alla yaa!! zaten kafam karışık ne bu yaa!!
bu son darbe ağır gelmiştir ve taze mikrobiyolog odasına sevgili masasının başına dahiliye notlarının arasına geri döner...

5.06.2009

sevgilim bu satırlar senin

ne kadar kırmızı. etraflarında oluşan halkaya mı yoksa, fütursuzca istila eden damarların, kan çanağına çevirdiği gözlerime mi söylemiştim bunu, karar veremeden, çekildim aynanın önünden. ruloya sarılıp ayakta bekleyen kağıt havludan iki parça kopardım. mutfağa gidip kendime bi fincan çay doldurdum. günlerdir beni saran kasvetin bugün gözlerime hücum etmesinden başım ağrımaya başlamıştı. masaj koltuğu fayda etmemişti kasılan omuzlarıma. bi ağrı kesici arandım annemin ilaç sepetinden. beyaz hapı susuz yuttum. dilimde bıraktığı acı tadı bastırmak için fincanımı dudaklarıma götürdüm. sıcak bir temas , o kadar. kablosuz internetin her ne hikmetse sadece modemin yanında çalışmasına sebep kardeşimin odasına girdim. kapıyı, adananın sıcağına rağmen ardımdan çekip laptopumu açtım. evimiz hastaneler caddesi tabir edilen bi yerde olduğu için çocukluğumdan beri aşina olduğum ambulans sirenlerinden birinin eşliğinde belgelerim klasöründe adıma özel dosyaların arasından ikimize ait fotoğrafların olduğu bi klasörü açtım. masaüstüne düşen çehrene baktım uzun uzun. 3 sene öncesinden başlayan hikayemiz, farkında olmadan biz, yüzümüze yazılmış gibi her yeni fotoğrafta başka çizgiler gölgeler keşfettim. ne kadar küçükmüşüz dedim önce. zamanı dilediğim gibi ileri geri sardırmanın özgürlüğüyle tekrar tekrar baktım. en başından. büyümüşüz dedim sonra. beraber büyüdüğümüzü farkettim. aç deyilim diyip yemeğine saldırdığım günki halimize güldüm yeniden. nöbet çıkışı yorgun başımı omuzuna yaslamıştım,yanağımda dolaşan parmaklarının şefkat dolu, pamuksu dokunuşlarını duydum yeniden. gerçi o anın dondurulmuşu elimizde yok ama yurt bahçesinde ilk elimi tuttuğun gecenin karanlığına veryansın edercesine çakmak çakmak parlayan gözlerinle titredim yeniden. denize düşüyorum sandıkları tekne gezintimizde, köpüklere parmak uçlarını deyirmeye çalıştığım ayaklarımı yakalamaya çalıştığın tatilimize döndüm yeniden. soğuğun renlerimizi matlaştırdığı istanbul sabahında kuşlarla beraber yediğimiz simidi tattım yeniden. izmir karşıyaka vapurunda bankolara ters dönüp havada kapan martılara ekmek kırıntıları attım yeniden. bir ankara yazında kızılay akşamında kanun eşliğinde içtiğin sigarayı kıskandım yeniden.koskoca bir otobüse doluşup gittiğimiz amasrada ben buraları biliyorum deyip sen de peşimsıra kayboldum yeniden.bazen konser bazen dersane çıkışlarında gittiğimiz sokak köftecisinde zeki mürenin pilli teypten gelen sesini duydum yeniden. beraber bulup beraber temizlediğimiz ilk evimde yere serdiğimiz gazete üzerinde senin getirdiğin beyaz peynir domatesli nevaleyi dostlarımıza sundum yeniden. geçtiğimiz kış gölbaşında buz tutmuş gölün üzerinde seninle yürüdüm yeniden. sadece insanları değil müziğin ritmini de unutup yorgun ayaklarımı ayaklarının üzerine koyup kollarında dans ettim yeniden. doğum günüm için yaptırdığın ömrümde gördüğüm en müthiş pastaya beş yaşıma ait bir heyecanla ellerimi çırptım yeniden. tayinim bitlise çıktığında bahçe duvarının önünde duran sana ve arkandaki sonbahara ağladım yeniden.
şimdi, gidiyor musun? sen şimdi benim küçük sevgilim.. askere... ne zaman ve nasıl bu kadar büyüdük de hayat bir anda.. nasıl böylesi bir sürprizle... biliyorum daha erken diceksin, geçecek tatlım yine beraber olcaz diceksin. ahh yumuşacık sesin... yine gözlerimden yaşlar akıyor bir biri ardına. bitmesin bu yazı. son cümlesi olmasın. seni seviyorum derken ansızın havada asılı kalsın. tıpkı böyle, beni sevdiğini söylediğin ilk günki gibi..pat diye..............

3.06.2009

kayda geldim

tus maceram ankarada bi mikrobiyolojiyle kesintiye uğradı şimdilik. aldığım puanla ankara olsun, rahat olsun, kalırsam geleceği olsun deyip biyokimya ve mikrobiyoloji yazdım. tercih yapacağım güne kadar hiç aklımda olmayan bu bölümleri etrafımdaki doktorların yaa manyak mısın ne cerrahisi, yapılacak iş mi yaz temel bilim rahat et söylemleri aklıma soktu. benim de tusa tekrar hazırlanmak için aklıma yattı. yattı ama ne istedsiğimi hala bilmediğim için mikrobiyolojiden nereye geçmek için ders çalışacağpımı da bilmiyorum. ben nöroşirurji istiyodum ya da genel cerrahi. ama ruhuma uysa da tabiatıma bayan olduum için aykırı olduğunu kabul edipo vazgeçtiğğimden beri boşluktayım. neyse bakalım, görücez neler olacağını.
dün kayıt için yeni kazandığım üniversite hastanesine gittim. morfoloji binasına girdim. asansörle mikrobiyolojinin olduğu katlardan hangisine çıksam diye düşünürken kapı tekrar açıldı. içeri 3 bayan girdi. orta yaşlı(yaşım 30 a yaklaştıından beri orta artık 50 yaşındakiler benm için orta yaşlı :) , giyimlerinden hoca olması muhtemel 3 bayan.. sohbete başladılar. ellerinde kepek ekmekli sandviçleri.
çoocuklar nasıl?..sınava girecek mi bu sene?..ah yeni bi spor kompleksi açılmış, dün gittim pek beğendim..havalar da ısındı...tatile nereye gitmeyi düşünüyorsunuz?..hadi benm odamda yeşil çay içelim.....
deyip asansörden indiler. asansörün loş ışığının yüzlerine yansıması mi yoksa benim hayl gücüm mü bilmiyorum, bana yeşermiş gibi geldiler. sakiiin, dingiiin, hiçbi yere yetişmesi gerekmeyen insanların üzerine çöken o rehavet havası içinde, beklemekten dibi yeşeren şişe suları gibi...allahımmm dedim, bu mudur??? maalesef, budur. oysa ben koşuşturmalıyım, asansörde bile o hastayı naptınız, akademik toplantı ne zaman, şurada seminer vasrmış vakit olsa da gidebilsek vs vs demeliyim. bu kadar durağanlık!!!
deyip ben de asansörden indim. mikrobiyoloji okları beni fotocelli beyaz bi kapıya götürdü. öğle tatili olduğu için kapılar kapanmış. kırmızı bi butona bastım, biraaz sonra kapı açıldı. yani girişindeki hengameden sanki içerde biyolojik silah üretiliyor sanırsınız. içeri girdim. bir sürü oda. kapıları açık olan labarotuarlar, kapalı olanlar, kapalı olup kapı kulbu bile olmayanlar ki içinde ne olduğunu en çok merak ettiklerim. 2 katlı bi bölüm. doğrusu bu kadarını beklemiyordum. ne kadar alt ünitesi varmış dedim. sekreterlikte oturan bi bayanla konuştum. kimse yok şimdi keşke öğleden sonra gelseydin hocalarla tanıstırırdım dedi. ben,dudaklarımın ucuna kadar gelen, nöbet var mı? kaç asistan var? hocalar nasıl? elektron mikroskobu vardı di mi? virüslerle oynamama izin verirler mi? gibi soruları geri yutup teşekkür ettikten sonra kayıt yaptıracağım dekanlık binasını aramaya koyuldum. bir sürü beyaz önlük, renkli cerrahiler içinde arzı endam edenler arasında bi türlü sindiremediğim temel bilimci kisvesine bürünüp dekanlığın yolunu tuttum...

1.06.2009

eşik atlama


taş döşeli bi sokakta ilerliyorum. ağır adımlarım güneşin yakıcılığına beyaz bayrak çekmiş. alnımda biriken ter damlalarını elimin tersiyle siliyorum. biraz dinlenmek için duruyorum. bu saatte bu sıcakta benden başka kimsenin yollara düşmemesine şaşırmayarak sessizliği dinlemeye başlıyorum. sessizliğe tempo tutamayacağına göre yürümekten su toplamış zavallı ayağım neye tempo tutuyor diye bilincimi çağırıyorum. gölgesine saklandığım mavi boyalı evden sızan müziği o anda farkediyorum. kürdülihicazkar...

yalnız değildim bu sokağa girerken. etrafımda dört boyda endam eden dört ayrı renk vardı. eylenceden söyleşen seslerine eşlik edip yürüyordum. arada gülüyor arada ciddi mesellere dalıp, konusuyorduk. ne zaman sustum hatırlamıyorum. gölgelerini görmeyeli etrafımda ne kadar zaman geçti? ben mi hızlanıp uzaklaştım yoksa onlar mı geride kaldı? hatırlamıyorum. en son hatırldığım sustuğum.beni dinlemediklerine mi hükmettim yoksa duymadıklarına mı? hatırlamıyorum. o birbirine karışan, gülüşen renklerin bir araya gelip ebem kuşağına çaldığı ahenk yitmişti. neden ve nasılını sorarken ben, çoktan kahverengi olmuştu.

şarkı yabancı. ama la bemoller değil. udun mızrabını tutan el,kimbilir, kaç sene evvel nasıl bir ızdırapla titretmişse telleri benim de yüreğim tanıdık bir acıyla titriyordu. etrafımda dizili tek katlı evler, sıvaları yenilenmiş fesleğen çiçekli pencereler, tahta kapıların zamana ve fukaralığa az ya da çok yenik düştüğü ama hükümdarın hala mutluluk olduğunu ispatlayan duvarlara dayanmış, haylazlıkların izleri onarılmış bisikletler. ne zaman geldim buraya ben? çok katlı griliği ardımda bırakıp ne vakit düştüm çocukluğumun bu bakir sokağına.

büyüdüm sandığım şehrin karmaşasına uygun bir topluluğun, sıradan görünüşlü bir üyesiydim. onlar gibi giyinip yürüyordum. onlar gibi görünüp gülüyordum. sustum. sevinçlerimi paylaşmadıkları için mi yoksa aslında hiç sevinmedikleri için mi bilmiyorum. savunma mekanizmamın sandığından çıkarttığım ciddiyet maskemi yüzüme yerleştiriyorum. güneşli günün bereketine şükredip fazlalıklarımdan kurtuluyorum. nerden geldiğimi anlayamadığım bu sokakta, kalbime sevgiden yazdığım bi kaç ismi saklayıp sımsıkı, yürüyorum. kürdilihicazkar çalıyor...