24.02.2008

öylesine olsa gerek ki öye oldu

karambole giden bir hayat. bir süredir. karışmış bir sirkadyan ritim ve ifadesiz esgeçilmiş duygular düşünceler.
ne gibi, bilmiyorum
kim gibi, pekçokları gibi..
ama ben gibi, değil asla.

ben bu değildim. ki hala değilim. olmamak için direnmek değil şu an denediğim , aslen olduğuma dönmeliyim...

eğrilerim düzelmeli artık. doğrular çizmeli kara kalemim NET, tek vurmalık darbelerle.

saçlarımı tarıyorum hepsi aynı nizamda sanmayın, dalgası bir diğerine karışmış onbinlerce kızılı solmuş tel var kafamda. benim asıl rengim de nerede. bilmiyorum ama bildiklerim bilmediklerime yeter aslında. mesele tekrar hatırlamakta.


yanlış yerler ve kişiler ve zamanlar ve ben...yanlış. sağ elime aldım çatalı. içimden fısıldadım. yeniden başlamalıyım. bir nefes daha verdim veda etmek istediğim beyaz dumana. uykulu gözlerle bakıyorum aynaya. içimde hissedilir derecede bir umut. bu kez olacak sanırım, olmalı. bu kez de yitirirsek ..seferberlik zamanı. dikkatli ol..dikkatli ol... kendimle mevcut mücadele süregeliyor rüyalar arası. her uyanışımda kızıyorum kendime ya da nasihat ediyorum şefkatle. sanırım işe yaradı bu defa. ellerim bana ait şimdi yalnız ve bana. sakin olmalı, susmalı bu hayatta. kara gecelere değil sabahlara açıcam gözlerimi. yansa da kızarsa da dinlemicem bu defa. başka eller kirletmicek beni. ellerim bana ait. yalnız ama temiz.

yırttım gereksiz kağıtları.

21.02.2008

4. kat üzerine düşünülesi derin bir yazı...:)

biz acil serviste hasta yakınlarını bazı tetkikler için 4. kata gönderiyoruz. ellerine onay kağıtlarını ve kan tüplerini verip 4. kata çıkacaksın diyorz. biz diyoruz da sonrası...
bulabildikleri ve benzettikleri her türlü hastane personeline dr, hemşire, sağlık görevlisi farketmez, gördükleri her yerde aynı soruyu soruyorlar.
4. kat nerde???
bu cümleyle karşılaşınca insan o anda, hani o ilk an , dumur olup da bi kaç saniyelik kısmi absans nöbetine girdiğimiz,boş bakışlarımızın insanların burun kökü üstü civarında sabitleştiği, gülmemek için dudaklarımızın tuhaf şekillere girdiği, anı atlatınca geri dönmeye başlayan beyin fonksiyonlarımızla cevaplamaya çalışıyoruz. ve gerçekten çok çok komik diyaloglar ortaya çıkıyor..
mesela,
siz koşarak bir hastanın kağıdını onaya gçtürüyosunuzdur, biri pardon bi şey soracam der ya da bi bakabilin mi kardeş.. hiç farketmez siz aynı duyarlılıkla buyrun dersiniz. ve malum soru....
'' 4. kat nerde?''
-4. katta
- 3 ten sonra
-yukarda
-nasıl yani!!??!!

bizzat verilmiş cevaplar.. :)

bu cevaptan sonra hasta yakını seni ikinci sorusuyla şoka sokmak için hazırdır. sen eyy gazi acilin sefil internü bedenen ruhen zihnen her türlü zor koşula alışmalısın. bu hasane seni gelecek günlere mesleğine hazırlıyor. gafil uykundan uyan artık... :)
nese , hazırda tutulan ikinci soru gelir ..
''4. kata nasıl çıkıcam?''
ama bu süperdir. yani artık bildiğiniz her türlü tuhaf durumun ötesine geçmiştir. ve artk nasıl bir ambele andırki insanlara ciddi ciddi şu evaplar verilir...

-nasıl, nasıl yani???
-merdivenle
-yürüyerek
-asansöre de binebilirsiniz
yani başka türlü bi yönteminiz varsa tabii biz bilemeyiz ama... siz sormaya biz cevaplamaya devam edelim...

gerçek komik ve yaşanılası durumlar... devamı gelir mutaka :)

19.02.2008

günce 2 .. rüya

sabah sekiz, şehir hareketlenmiş, okul servisleri çocukları yarım saat sonra çalacak zile taşımakta. fırıncılar güne herkesten erken başlamış, kahvaltı sofralarında emeklerine nutella sürülürken. gazete kokusu ince belli bardakta salınan sıcak çayla buğulanırken. güne yeni başlamış genç kızlar yüzlerinde taze çalınmış boyları, kara inat süslü şapkalarıyla ortalıkta salınırken. televizyondaki ciddi 'haber saati' sesi yerini 'bilumum kadının' sesi programları alırken. hastaneden çıktım. çok yorucu bir nöbet olmasa da sabaha kadar hiç uyumamıştım. saçlarım hapsettiğim berenin altında darma duman. ben yorgun argın.kararsız karda kayan ayaklarımı taksi durağına sürükledim. 'nereye' sorusuna vereceğim cevaptan bi haber, 66.sokak dedim. çünkü seni çok özledim. eve gidip uyumak ve senin yanına gelmek arasında ben tercih yapamazken kelimelerin kaçtığı dudaklarım beni bu çelişkiden kurtarıverdi. bi de baktım taksiciye yol tarif ediyolar. burdan sol, sonra ilk sağa, burdan da sağa... ben de başımı cama dayayıp yolları seyrettim. derken yıllanmış koltukların esas sahibi yorgun motor sustu. caddelerin karmaşasından sadece 5 ytl lik uzaklıkta olmasına rağmen çok uzak bir sokakta indim. bi kaç gündür yağan kara- beyaz soğuk kar, bugün sarı- sıcak güneşin kucakladığı yeryüzüne neşeyle süzülüyordu. yollar, çatılar, arabalar çoktan onun hakimiyetine girmişti. ama arada 'ben de burdayım' dercesine açmış kaldırım çiçekleri, ağaçların küçük kırmızı yenmeyen meyveleri üzerlerine düşen minik beyazdan hiç şikayetçi değildi. kuşların sade sesizlikteki homojen dağılımlı cıvıltılarını ,çatallı sıcak bir amca sesi simiiiiiiiiiiiiiitçiiiiiiiiiiii diye bozuyordu.bu belirsiz aralıklarla oluyordu. balkondan pencereden başını uzatmış mahmur insan yüzleri amcaya ekmek parası verirse ritim 4-4 lükten ağır aksağa kayıyordu. kuşların, amcanın sesine ayarlı akortlarını dinlerken bi yandan, telefonu elime aldım ve seni aradım. her nöbet çıkışı yaptığımız olağan konuşma,

-canım ben geldim.

-hoşgeldin bebeğim,nasıl geçti gecen?

-kapıyı açsana

tabii şaşırdın di mi. valla inan ben de şaşırdım. bi anda yani sabah aklıma geldi. çok özledim ama ben seni. bi geliyim dedim. biliyorum sen de erken çıkacaksın diyerek eve girdim. on dakika sonra kucağında sızmıştım.yumuşamış bir beden ve huzur dolu bir ruhtum artık.mutluydum. kış güneşi camdan odana vuruyoru. perde bize ulaşmasını kısmen engellese de.

'kuşlar negüzel ötüyolar' dedin.

-sen varken farkediyorum biliyo musun bebeğim? rabiş.. uyudun mu??

uyumuştum sanırım. simitçi amcanın kuşlarla olan seramonisi artık rüya perdesinde oynuyordu ve ben en önden bilet bulmuştum. mutluydum...

17.02.2008

huzur

kanun nağmeleri eşliğinde dolaşıyorum bu günlerde
ruhumun uçan tül perdeleri gerisinde

saatlerin geriye döndüğü buğulu düşler içerisindeyim...

huzurlu bir sükunet sarmaladı benliğimi
kendimden bahsetmek boşuna
ben silinmeler eşiğindeyim

adımlarımın sesini duyuyorum
hafifçe basıyorum yere, incitmek istemezmişcesine
sesim daha yavaş çıkıyor, soluklarım daha dingin
ve gözlerimde durgun denizim, fırtınalardan yoruldum
ne çok derdi varmış insanoğlunun

oysa huzur, avuçlarımızın arasında
usulca kapamak yeterli gözlerini
kirpiklerin gölgelerken her nevi maddeyi
derinden gelen bir nefesle şimdi
süzülmeli kendi boşluğuna
ve unutmalı herşeyi...

13.02.2008

sevgilime..son...

gözlerinde parlayan bir yıldız gördüm, ve o günden beri.. beni sana bağlayan yüreğimin derinlerinde, seni bana fısıldayan bir ışık düştü ömrüme. yazdım, bunları sana çok yazdım, dillendirdiğim kelimeler uzun bir telgraf teli.sevgimizin şarkısıyla suladım her sabah pencere önü çiçeklerimi. seni seviyorum.. çok söyledim. ama son değil...

son... benim bu hayattaki son'umsun sen. elini tutmak istediğim, göğsünde uyumak istediğim, seni seviyorum
dediğim. son dediğim, sen ol istiyorum.

sen... son umudum. beyaz güvercinin kanatları altında saklı tuttuğum. güvenip de yıktığım ki o kadar çok, taş yığınlarına kalbimin ağır eski demir örgülü kapılarını kapatırken tam, toz kokulu gıcırtı çınlarken kulaklarımda,bi de baktım bir kez daha,belki son, yeşermiş bir bahçe duruyor yanıbaşımda. daha önceleri yaktığım kadar
belki daha büyük hepsinden. ve sen, benim gözlerinde kuzey yıldızı saklayan sevgilim. sayende yeniden sevdim.

insanca renklere büründüm yeniden. gözlerimin mavisi sana, dudağımın alı yanağıma deydi, gamzeler açtı nice zaman sonra.

mutluyum şimdi, idrak derecesinde hissettiğim. farkındalıksızlıklar dünyasında (fark etmeden gülen, konuşan,
tüketen, yaşayan bizler...) ve başını uzatmış minicik mavi bir kır çiçeği gibi, sevgimiz.

son..ömrümün son anında dahi sen ol istediğim için ve dahası senle yaşamak istediğim için her anımı.

bu sevgililer günüde içim sıcak, sen yanımda ve elimi kavrayan ellerin gönlüme dokunurken... seni seviyorum sevgilim

10.02.2008

günce 1

minik papatyalar açmış. bahar soğuk havaya veryansın ediyor ve geliyor. müjdeler uçuştu kuşların kanatlarında. canım şöyle bir istop oynamak istiyor. hem de en renklisinden...
yeşil çayırların, seyhan gölüne uzandığı, kırmızı top-mangal-çizgili pijama cinsinden aile saadeti tadında, baloncu amcaların nasıl olup da uçmadığına şaşırdığım annemin rabiş çıkma o ağacın tepesine yine inemiceksin diye bağırdığı günlerden birinde olsak... (tırmanma konusunda gösterdiğim başarıyı hiçbir zaman inişte gösterememişimdir)
nergis kokardı adanada evimizin sokağı. çocuklar üçer beşer dökülürdük yollara. bisiklet yarışları, yonca evcimiğin koro misali söylenen şarkıları, dallasvari ip atlamalar, tebeşir taşının kıymete bindiği sek sek oyunları...
şimdi yok tabii hiçbiri. zaten eve döndüğüğnde terlemişsin çabuk üstünü değiştir diyen bir anne de olmayınca, tadı olmuyor hiçbirşeyin. ama yine de bizim apartmanın veletleri terör estirme seanslarına başladı. bizimkiler canavar türünden. bisikletleri yoldan geçenlerin üstüne sürüyolar, yan apartman çocuklarını hergün bi ağlatıyolar, kırık cam parçaları koleksiyonu yapıyolar:) nerden buldunuz topladını bu kadar camı diyince bi tanesi var saçını kazıtılmış, tam holigan, çömeldiği yerden başını kaldırdı, biz gırdıııkkk dedi sırıtarak. ama sen kimseye deme ha!! diye ekledi. gülmeyim dedim tutamadım kendimi. aa ama ayıp yavrum diye başlayan bir abla nasihatı kıkırdamamın arkasında kaldı.
ama onların seslerini duyduğumda önce bi ağlayasım geliyor ki sorma. sonra manasız bir tebessüm yaylılıyor yüzüme. en genişinden.. özledim be...
ya bahar geliyor olayını bile hüzne çevirip melankoli yaptım ya, helal olsun bana. bu acil bitmeden sanırım bu sayfaya keyifli bişeyler yazamıcam.

9.02.2008

yorum yok!!!

karbonmonoksit zehirlenmesiyle gelen bir kızın maganda sevgilisini bekleme salonuna çıkması için uyaran kıdemli asistanımıız konuşmayı beceremeyen bir adam tarafından saldırıya uğradı. yediği yumruğun etkisiyle yere düşüp başını çarptı. olay anını ve sonrasını hatırlayamadı. hayati tehlikesi var diye tutulan rapor sonucunda adamın aldığı ceza 5 milyar olup kendisi serbest bırakıldı.

2.02.2008

son dumur =)

acil servis resusitasyon odası, telefon çalar...
intern dr - alo
teldeki ses - ben orda yatan bi hasta hakkında bilgi edinmek istiyorum
intern dr - tabii hastanın ismi nedir?
teldeki ses -bilmiyorum, annesinin adını söylesemolur mu?
intern dr - ???..!!?!?...

1.02.2008

beyaz melek

Sıradan bir nöbetti, gece visitinden bana kalan iş listesi elimde odaları geziyordum. 2. oda sabahat hanım, rutin kan tetkikleri. Sabahat teyzenin yanına yaklaştım, ben geleli 6 saat olmuştu o odaya en az 6 kez girip yanından öylece geçmiştim. Benim için sarı bir dosya, üzerindeki numara ve de istenen tetkikleren ibaretti 2 numaradaki sabahat hanım. Vücudunun üst yarısı yatakta düz, alt yarısı yan dönmüş bi pozisyonda yatıyordu. Plejik herhalde dedim, geçtim. Yüzü duvara dönük, gözleri sanırım kapalıydı. Sanırım diyorum çünkü bakmadım yüzüne, bilinci kapalı herhalde dedim, geçtim.hiç kimse ne zaman çıkar bi şey lazım mı demeye gelmemişti, ya da hiç kimse ziyaret etmiyor, gözleri yaşlı bir yakın yatağının etrafında, güvenlikten kaçak, dolaşmıyordu. Bazı tetkikleri personelle gönderiyordum çünkü yakını yoktu.yani kimsesi yoktu. Yani yalnızdı. Farkına varmadan ben acil personeli diye bağırıyordum, abi bu 4. kata gidecek derken teyzenin yalnızlığı, sessizliği, varlığı yokluğu birliği, gözlerini açabildiği, gözyaşlarının beyaz buruşmuş yüzünü ıslattığı… farkına varmadan… kan almak için yanına yaklaştım. Yorgunluğun içimde frekansını mütemadiyen yükselttiği isyanın donuk bakışlarıyla kaldırdım battaniyesini. Nasıl kan alınır bu kadından hale bak dedim içimden öfkeyle. Bana yakın olan koluna bağlarken turnike misali eldiveni içi boşalmış gibiydi kolları, sadece deri ve ödemden ibaretti. Kolunu açmaya çalıştığımda kedi miyavlamasına benzer bir ses çıkardı. Yüzüne baktım, gözleri açık. Teyzeciğim kolundan bi kan alıcam tamam mı korkma dedim. Kolum döndü dedi. Anlamadım. Sesi maddeler dünyasını bırakalı çok zaman olmuş gibiydi. Ben yine açmaya çalıştım kolunu. Eldiveni çözdüm kolundan bileğine bağlamak için, ödemden bir çember bırakarak. Bileğine yöneldim teyzecim elini çekme olur mu kan alıcam şimdi dedim. Beni anlayacağını düşünmüyordum aslında. Çekmiyorum ama kolum döndü dedi. Ben şaşkın şaşkın teyzemin yüzüne baktım. Gözleri açıktı, iki şefaf cam parçası gibiydi. beyaz saçları hapsedildikleri boneden firar etmiş,yıllardır keyifle döküldükleri alına veda ediyorlardı. Eldiven hala kolunda bağlıydı, bir an önce alayım diye yeniden eğildim. bu kez kolunu çevirmeden almaya çalışacaktım, öteki eline takıldı gözlerim. Küçük çocukların acemi el hareketleriyle gel-gel yaptıkları gibi avucunu açıp kapamaya çalışıyordu, Benim diğer koluna batırdığım iğneden bihaber. Bu kadarı benim donuk bakışlarım öfkeli sesime fazlaydı. İğneyi çıkardım, eldiveni çözdüm. Tamam bitti canım dedim. Üzerini örtmeye çalıştı. Dur ben güzelce örterim dedim. Çarşafı havalandırırken bacaklarında ki yatak yaralarını gördüm. İçim acıdı.demek bundan böyle yatıyor zavallıcık dedim. Üstünü örttüm. artık ıslak gözlerimle iyice eğilip yüzüne baktım, eldivenimi çıkarıp alnını okşadım. Bi şey ister misin dedim. Yok dedi. O ince sesi, o çok uzaklardan gelen, yıllardır kullanılmamış sesi, yok dedi. Gittim. Dosyasını açtım nesi varmış diye öğrenmek için. 4 yıldır Alzheimer hastası, yatalak. Benim bacaklarındaki bi kaç noktacıktan ibaret sandığım yatak yarası, kemiğe dek ulaşmış tüm sırtını kaplamış. Ve yakınları kokudan rahatsız olduğu için getirmiş!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
Gözlerinin rengini nasıl yitirdiğini, sesini ne kadar uzun zamandır kullanmadığını, kaç tane gözyaşı damlasını yastıkların kuruladığını… kimsenin ona bakmadığını, konuşmadığını, yüzünde bir elin gezmediğini fark ettiğimde… yoktum ben artık orada. O odada oturan ben değildim. Ruhum kanatlanmış acı denizinin üstünde pike yapıyordu. Alıp evime götürmek istedim. Ona bakmak, buruşuk yüzünü okşamak istedim. İncecik sesiyle sorduğum sorulara cevap versin istedim. Onu sevmek istedim. Kalbim origami usulü yapılmış bir evmiş de mahallenin haylaz çocuğu elimden almış gözümün önünde yırtmış yırtmış parçalara ayırmış gibiydi. Onu anlattım herkese. acıyan ya da benimle dalga geçen çeşit çeşit bakışlarla cevap verdiler bana. Sabah oldu. Yanına gittim alnına koydum elimi, bi şey istiyo musun dedim . ben açım bana kimse yemek vermedi dedi. Yakını yoktu. Sana tost alsam yer misin dedim, pek ihtimal vermiyordum yiyebilieceğine. Başını salladı. Asistanıma sordum, yutma refleksi yok ben dekstrozunu açtım dedi. Yani? Dekstrozunu açmak, kan şekeri düşmeyecek, fizyolojik açıdan tok olacak. Ama o artık sabahat hanım değil ki benim sabahat teyzemdi. Küçük bir kediydi. Atılmış bi kenarda unutulmuş solmuş bir çiçekti. Ama yapacak bi şey yoktu… yok muydu gerçekten????? Bilmiyorum. Sanırım ben de kaçtım diğerleri gibi. Visit bitti, gittim…