13.02.2010

aman be blog laf olsun die yazdım işte,aldırma sen..geçer...

hoplaya zıplaya yaşarım sanmıştım, hayat uçsuz bucaksız yemyeşil çayırlar gibi uzanır önümde hiç taş çamur çıkmaz sanmıştım. üzerimde beyaz elbisem kirlenmeden yürürüm sanmıştım. güneş hep ışıl ışıl parlar, başarı mutluluk hep benim olur sanmıştım. üstelik bunların hepsi kolay olur sanmıştım. halbuki ne zormuş. ne kadar yıpratıcıymış. bir şeyler elde etmek için ne kadar çaba,güç sarfetmek lazımmış.savaşmak sadece hayatla olmuyor,en çok kendinle savaşıyorsun. psikolojik inişlerini çıkışlarını dizginlemek zorundasın, almadığın sorumluluların uzaktan sana bakıp sırıtıyor. hayatlarını yoluna koymuş gibi geliyor senden başka herkes. sen de oturup onları izliyorsun. önce sokaklardan çekiliyorsun,sonra insanlardan alıkoyuyorsun kendini. telefonunun şarjı bitmiş, ne önemi var ki... ailenin kucağına saklanıyorsun iyice. kendini buldum sanıyorsun.

yarın sevgililer günü, program yapmaya çalışan sevgilime canım hiç bir şey istemiyor çıkmayalım dedim. hediye almadım , sakın alma diye başının etini yedim. sonra bi duyduk ki sertap konseri varmış, bi öğrendik ki bilet yokmuş. kanatları ıslanmış çirkin bi kuş yavrusuna dönüştüm birden. ağlayasım geldi. ne saçma,halbuki hevesi olmayan bendim. netice de.. noluyor bana böyle? nereye varıcak sonu? tüm heyecanlarını kaybetmiş orta yaş eşiğinde geçkin bir kızım artık. malesef...

1 yorum:

ıvır zıvır dedi ki...

''Ellerimize dikkat edin. Sürekli açılıp kapanır parmaklarımız. Tutar ve bırakır, bırakır ve tutarız. Bir içe bir dışa. Yumruğumuzu sıktıktan sonra mutlaka açarız. Öyle olmasaydı felçlki gibi olurduk. Varlığımızda böyledir. Bir an gelir açılır, bir an gelir kapanır. Kah sıkışır yüreğimiz, kah ferahlar. Bu tezat gibi görünen haller varlığın özüdür. Kanat çırpan kuşlara bakın. Kanatlarının nasıl hareket ettiğine dikkat buyurun, bir aşağı bir yukarı. Bir hüzün, bir saadet. Böyledir hayat. Hoş bir kararda, ahenkiçinde, dengede.''
(Elif Şafak,Aşk sf:142)

Bu benzetmeyi okuduğumda, bu açılıp kapanmalara uyan bir kaç arkadaşım geldi aklıma. biri Çilek'ti örneğin...:) bu örneği ona yazdım mı onuda bilmiyorum...
ama bu yazıya da gayet uygun.

bu noktadaki tek sorun şu gibi... bu açılıp kapanmaların hızı ve yıpratıcılığıdır. yine Çilek'e bir zamanlar dediğim gibi, çöldeki kayanın gündüz güneşine ve gece ayazına maruz kalması değildir sorun. Sorun; bunları ardı ardına yaşamasıdır. Yoksa aynı tip sorun kutuplara yakın yerdeki çöl kayaları için geçerli olsa da, orda geceler ve gündüzler haftalarca süre bilir ve yıpranmışlık bu yönden daha azdır...

neysem...
Şems'in dediği gibi... el gibi açılıp kapanmamız gayet normal... bu birazda 'ne kadar çok insan olduğumuzla' alakalıdır bence.

yine de, daha az yıpranman dileğiyle...
saygılar...