15.09.2011

mutlu oluyorum, mutlu yıllar emraaaah

ben uzun zamandır hayatı bardağın dibinde kaldığı kadarıyla içiyorum.
uzun zamandır sigara izmariti kokusu genzimde yaşıyorum. ben uzun zamandır sadece bekliyorum,zaman üzerimden gelp geçsin diye. güneş doğup batsın diye...
artık -di'li geçmiş zaman kullanmak gerek.

dip,bir şeyin sonu demektir ya, benim ruh dünyamda kullanılan lugata göre öyle değilmiş. benim diplerimin sonu gelmiyormuş. düşerek öğrendim. içine girdikçe ,indikçe derine bitmedi gitti. sonra bi gün, hangi günün hangi anı hatırlamıyorum ama mutlu olmayı özlediğimi farkettim. çatık kaşlarımı gevşetmeyi, üst dudağıma minik kırışıklıklar çizittiren gerginliği bi kenara bırakmayı...gülümsemeyi. sağ yanağıdaki gamzeyi unutmuşum. oraya sıcaklık doldurdum. ne vakit daralsa içim derin bir nefes aldım ve kendimi mutlu edecek bi şeyler düşündüm. olmadı mı, geçen sene yaşadığım hüznü hatırlattım kendime. insanlar beni gülümserken hatırlasın istedim. her yere gülümseyerek gittim. nöbetlerde yorgun argın bi başıma yürüdüğüm hastane koridorlarında , otoparka girerken, yataktan çıkarken... gözlerimin ısındığını hissediyorum. bana insanlar sen daha bir mavi bakar oldun diyor. ne kadar güzelleştin diyor. ben güzelleşmedim halbuki,sadece güzel bakmaya çalışıyorum . üzülmemeye, kendime hayatı dert etmemeye çalışıyorum. her zaman başarılı olamıyorum. ama kısmen... mesela nöbetleri artık kafama takmamaya çalışıyorum. ara yoğun bakımda tek başıma çalışıyor olmayı da. burayı evimmiş gibi benimsemeye çalışıyorum. buradaysam eğer,bu hastane odasında mutlu olmaya çalışıyorum. nasıl gidiyor asistanlık diyenlere,hatta sizin de işiniz zor diyenlere -yoo o kadar da yoğun değiliz,işte 7-8 nöbet tutuyoruz diyorum:) komik değil mi, çünkü bi kaç ay önce ayda 8 nöbet tutuyorum diye ağlıyordum.şimdi gerçekten de daha az yorulduğuma, nisbeten rahat olduğuma inanmaya başladım. kendimi mi kandırıyorum? bilmem,işe yaradı ama...

ve bugün
emrahın doğum günü. ama ben nöbetçiyim. üstelik de sabah biraz tatsız ayrılmıştık. öğlene kadar çok mutsuz hissediyordum kendimi. öyle ki oturup salak salak ağladım bile. eyvah dedim yine başlıyoruz galiba. oynadığım mutluluk oyunu buraya kadarmış. saat 11'i geçmişti. öğlen arasında emrahın yanına gitmeye karar verdim bir anda. 12ye 20 kala aşağıya indim. cebimde 4 lira vardı. bankadan para ektim. yandaki çiçekçiye uğradım. üzeirnde pembe çiçekleri olan mini mini bir kaktüs aldım. bir kart yazdım üzerine ; ''tıpkı benim gibi...'' sonra koşar adımlarla durakta bekleyen taksiye atladım. ulusa... 12 olmustu ben de emrahın iş yerinin önündeydim. aradım, nerdesin, diye. binası değişmiti halbuki, yanlış yerde inmiştim taksiden . sen yukarı doğru yürü ben de geliyorum dedi. onu görüdüğmde aramızda onlarca insan vardı. ama benim gözlerim anında sevgilimin güzel yüzünü ve parlayan gözlerini seçti,odaklandı. sonra da aradaki tüm nesneleri ve kişileri sildi. mutlu olduğunu görmüştüm. ben de engel olamadığım ve mevcut tüm dişlerimi ifşa eden bir sırıtışla gittim yanına. sarıldık pek de münasip olamyan bir yerde birbirimize biraz çekingen ve alelacele ayrıldık. elllerimiz tuttu birbirini sımmmsıkı... yürüdük, suluhan diye eski bir taş hanın bahçesine gittik. ortasında minicik bir havuzu olan ve her yerini ağaçların,sarmaşıkların kapladığı şrin mi şirin bir yer. giderken el tezgahında yağda hamsi kızartıp ekmek arası soğan ve rokayla tanesini 3,5 liraya satan adamdan balık ekmek aldım. emrah tokmuş, ben yemesem mi diyinceye kadar bitirmiş bulundum:) oturduk,2 kahve söyledik,sonra ben yine kararsız kalıp çay mı içsydim dedim. bi de çay söyledik. adam hepsini birden getirdi:) ben önce çayımı sonra soğumasın diye emrahın üzerine tabağını kapattığı hahvemi içtim. ha bu arada,kaktüsü çok sevdi, çok sevindi. iyi ki geldin dedi. ben de gülümsedim,hep gülümsedim. sımsıcak bir güneşin yakmadan ısıttığı şirin bir eski ankara öğleni aklıma böylece kazındı işte. bugün benim sevgilimin,sevgili eşimin doğum günüydü... iyi ki doğdun sevgilim..................

Hiç yorum yok: