24.07.2009

yalovada yeşil mavi bir tatil 3- son



Artık yorulduğumu hissediyorum. Gündüzlerimizi ormanları yararak, denizleri koklayarak geçirdiğimiz 6. gün bugün. Yarın dönüyoruz. Ben kırgın kalbimi toparlayıp valizime yerleştirdim. Buradan ankara sonra adana ardından da bitlis. Ruhumla bedenim git gel yaşamakta yarış ediyor sanki. Kasvetimi del tuşunun arkasına saklayıp şu gezi yazımı bitirsem iyi olacak.

Çınarcıktan ''şelale'' youna düştük. Yine ormanın sakladığı virajlı dağ yollarının arasından epeyce gittik. yol boyunca bize yol gösteren tabelalar, Şelalede çay keyfi... siz hiç şelalede gözleme yediniz mi?...Şelaleye az kaldı... Şelaleye varana kadar bize eşlik eden,yanına gülen suratlar çizilmiş bu tabelalara güldük. Şelale Kent Ormanı diye adlandırdıkları bi tesisin içindeymiş. Çok da uzakmış. Oraya kadar yürümedik. Ormanda biraz dolaştık. ÇOK güzeldi nasıl yeşil havası mis falan demiyecem. Orman işte. Ama çocuk parlı vardı içinde. Tüm oyuncakların tahtadan yapıldığı. Babamla tahtravalliye bindik, kaydım, çocuk evinin çatısına çıktım, zincirli köprüden geçtim. Oradan Büyük Dipsiz Göle gittik. Göl gerçekten çok güzeldi. Küçük, etrafı ağaçlarla çevrili ve karanlık bir göldü. Durgın suyunun üzerinde arada çıkan esintinin yönüne uygun minik kırışıklıklar oluşuyor sonra sanki görünmez bir el tarafından ütülenmiş gibi yeniden düzeliyordu. bu küçük oyunu orada saatlerce izleyebilirdim. etrafta uçuşan sinekler olmasaydı. İnsanların yiyip içip atıp gittikleri çöpleri yüzünden her yeri sinek kaplamış. Yazık. orada çok duramadık. yola devam ederken küçük dipsiz göl tabelasına ulaştık. babam büyüğü buysa küçüğünden nolacak dedi. biz de delmece yaylasına çevirdik direksiyonu. Delmece yaylası gördüğüm en düz yayla. çünkü dağın tepesinde kurulmuş. hep kitaplarda okuduğum ya da çizgi filmlerden gördüğüm geniş çayırlarla ilk defa müşerref oldum. Gökyüzü ve çayır. O kadar. öyle derin bir huzur ve sükunet ki. Küçük tahta hayvan barınakları kondurulmuş. İnsanların nerede yaşadığını kestiremesek de çok sevdik. Gerçi tabloyu yemyeşil sonsuzluğa dokunacakmış gibi uzanan çayırlarda özgürce koşturan süt beyazı,kuzgun siyahı atlarla süslesem hoş olurdu. ama biz sadece inek gördük. Yollarda ata sözünü terennüm edercesine arabaya bakan inekler. Orada konaklayacak bir çaybahçesi vardı. Belki dururduk ama karşımıza yeni bir tabela çıkmasın mı.. ''Siz Hiç Kolesterolü Düşüren Fırında Oğlak Yediniz mi? Soğuk Derede'' Bu civarlarda tabelaları yazan bir deli olduğu muhakkak. Biz de bu tabelanın peşinden yola devam ettik. Tabii şoförlüğü kaydeşime devreden babamın keyfi yerinde ama yusuf bi tek benm duyabileceğim bir sesle sürekli offlayıp puffluyarak direksiyon sallıyor.(biraz daha acıklı olsun die bir kamyoncu tabiri serpiştireyim dedim) Bizi bu sefer yol boyu soğuk derede kahvaltı keyfi 5 km..soğuk derede çay kahve su serbest (sanırım ikram demeye çalışmışlar)...soğuk derede mangal keyfi 6 km...soğuk derede fırında oğlak 8 km...tabelalarda yazan km yaklaştıkça artıyordu. Korku Filmlerinde ki gibi. Bi zaman sonra artık tabelalarda kmin sol tarafı boş kalmaya başladı. ''Soğuk dereye ... km'' arabanın ön cenahına(yusuf&ben) hakim olan tırsıntı arka kısmı(ana&baba) hiç uğramadan geri bize dönüyordu. annem ayy ne güzel herr yerrr ağaç, yusuf(hava sıcaklığı) kaç derece?? ,oh oh ne güzel!!(termometrenin düşmesi annemi çok mutlu eder, menapozda bir adana insanı tepkisi). babamsa elinde kitabı ve sigarası her sorulana genizden bir hmm cevabıyla sonunda soğuk dereye ulaştık. Ama deydi. Oğlak yemedik ama her yere tahtadan minicik çardaklar kurdukları küçük bir derenin etrafına oturmuş bir yerde , yerde minderlerin üzerine serilip, altımızdan akan suya baka baka saç kavurması yedik. Enfes bir ekmek geldi ki neredeyse masayı ekmeye katık edecektik. allahtan ekmek bitti de biz de döndük.


Ertesi gün de buradan gemliğe zeytin almaya gittik. Tabii bu markete gitmek gibi bi cümleye sığsa da biz 1 saatten fazla yol gittik. Biz bulunduğumuz yerin bi ilerisindeki yerleşim brimine ulaşmaya çalışıyoruz hep. Gemlikten sonra Kurşunlu, arada babamın akrabalarının olduğunu düşündüğümüz GençAli Köyü ( köyün girişindeki tabeladan bahsedicektim, vazgeçtim), Burgaz ve Mudanya. Bu seferde denizin kıyıya vurduğu kıvrımları izleyen bir yoldan gittik. İçimde sürekli şuradan denize atlayıversem (bu çocukluğumdan beri böyle) isteğiyle ve en sadık yol arladaşım mide bulantısıyla (bu da hiç değişmedi) gittik. Yolun kenarında minicik bir kumsalı, beyaz köpüklü dalgaları, sırtını ormana yaslamış bir köyden geçtik. Altın Taş köyü. Tatil Köyü dedikleri bu olsa gerek dedim.


Bursaya bu kadar yaklaşınca mudanyada iskender yiyelim dedik. Bahçe içinde armut minderlerin üzerinde bir çay bahçesinde kısa bir tavla turnuvasından sonra sahil yolunda yürüdük. Orada bi kafeye gittik. İki katlı kafenin balkonundan denize dalıp çıkan martıları ilzedik. Yalovada gün batımına yetişelim diye arabaya atladık. Yolda gördüğümüz kırmızı ferrariyi de sayarsak güzel bir yolculuğun arkasından termalde yaptığımız sıcak bir banyo ve güzel bir uykuya daldık.

son

Hiç yorum yok: