30.05.2008

bir nöbet öncesi


polikinikten çıkmıştım. saat 17 küsür. içinde saç köpüğünden sudokuya gerekli gereksiz herşeyi yüklediğim nöbet çantamı sırtlanıp asansör beklemeye başladım. nöbet devralmaya. sondan sayarsak 9. nöbet, bunu saymazsak 8 diye budalaca bir hesap eşliğinde potansiyel enerjimi 8 kat arttırdım.(asansörün hızını bilemediğim için kinetik enerji hesabına giremicem) enerji dediğime bakmayın, poliklinikten arta kalan bir kaç ATP mi ayaklarımı sürümek suretiyle kendimi intern odasına atmak için harcadım. (şimdi aklıma geldi hareket eden asansör olduğuna göre benm enerjime bi katkı sağlamaz,sanırım fiziği unutalı çok olmuş...) ve işte intern odası, her nesnenin üzerini dantel misali örten 3 parmak tozu,kargacık burgacık yazılmış iş listeleri,evinin yolunu tutanların mutlu ayak seslerini anımsatan üzeri çizilmiş iş listeleri... birbirine girmiş kan tüpleri, kullanılmamış ya da yarı kullanılmış(kan şekeri bakmak için sadece uçlarından faydalandığımız) enjektörler,biraz daha beklerse tarihi eser statüsünden yararlanmaya aday bir bilgisayar( ilk alındıklarında hemşire biraz arıza vermeye başlayınca doktor ve en sonunda çöpe atmak yerine bi işe yarasın ?! diye intern odasında emekliye ayrılan bizimle yaşıt makinalar),her ışık almayan şeyin(masa-sehpa-yatak-çekyat)altında sebebi bilinemeyen bir mitozla çoğalan, teki genelde gayb alemine dalmış, bilinen adıyla SABO terlikler,bazen bir pencere tutamacına asılmış bazen yatak kenarında unutulmuş çoraplar, içilmiş,yarı içilmiş veya içilmemiş ve üstüne mutlaka isim yazılı bir flaster parçası iliştirilmiş; izmaritli bazen partiküller içeren nadiren de olsa saf su dolu şişeler,eline kalem alan her internün nedense kendini kaybedip duvara savurduğu isyan-acı dolu komik-ironik yazılar, temsili resimler(örnekler: ''intern varken hiçbişeydir yokken herşey'',''alayına isyan inadına müslüm baba'','' world is yours'' gibi farklı kültürlerin cinnet anında paylaştığı ortak duygu durumunu yansıtır),ortalığa saçılmış tus kitapları,bir hafta öncesinin yarı okunmuş gazeteleri ve asla okunmayan tekstbooklar, çıkarıldığı gibi atıldığı belli olan beyazdan griye değişen renk skalasına sahip önlükler, sahipsiz sanılsa da ortadan kaybolduğunda mutlaka sahibi çıkan içi, 1-iyi ihtimal:sararmış 2-kötü ihtimal:küflenmiş bardaklar,yerlerde uçuşan sipariş yemek poşetleri, içinde çay içilmiş steril idrar kapları,kaşık niyetiyle kullanılmış insülin iğneleri,yastıklar-lar-lar,aynı yatağa psikopatça geçirilmiş kat kat çarşaflar-lar-lar...ve daha benim aklıma gelmeyen ama internlük yapmış herkesin (cerrahpaşa ve muadilleri hariç) zihninde birbiri ardına canlanan teferruatlar...

ee ben ne yazıcaktım... nerden çıktı bu betimleme tutkusu???

neyse sonç olarak intern odasına gelmiştim,kısmen de olsa özgürdüm artık.(insan tüm gün bir poliklinik odasında,bir asistanla üstelik baş asistanla,hem de kavga ettiği bi baş asistanla oturmak zorunda olunca özgürlük kavramı biraz değişebiliyor) nöbet kıyafetlerimi bizim tabirimizle pijamaları giyip kendimi koltuğa atıcaktım ki heyhayt!!! tüm gün içmediğim ama beni alttan alta hiç durmadan çağıran o beyaz buluttan oluşmuş ok peşine takıp iktisat fakültesinin büfesine kadar sürükledi. bi paket m......light, üstünde bugünün tarihi basılı bi gazete ve yeni ayın müstakbel nöbet listesiyle acilin önüne çöktüm. sigara yasağının henüz nerelerde geçerli olduğunu anlayamadığım için her yakışıma eşlik eden taşikardimle beraber bir nefes çektiiiiiim ..........ve püfffffffff.....dumanın ucuna gözlerimi takıp gökyüzüne salıveriyordum ki...


hastanenin ortasında bir yuvarlak çimen parçası,etrafı taşlarla örülmüş,göz zevki maksatlı-amaçsız...üzerine oturmuş bir kadıncağız,bir eli çimenlere gömülü- görünmez olmuş.bacaklarını gövdesine doğru çekmiş,bükülmüş yay misali.başı sağa eğik,gözleri yerde.kendince bi şeyler anlatırmış, dudakları kıpırtısız.serbest kalan diğer eliyle çimenleri okşuyor...

acaba deli mi? psikiyatriden mi inmiş,yoksa ağlıyor mu?? tam da burda,hastanenin ortasındaki yuarlak çimen bulutunun ortasına,tam ortasına,hayatın dursuz duraksız akan bir noktasında tam da bu anda hayatın içine sanki gökten zembille sanki görünmez bir sicimle indirilmiş ve sanki kimselerden bi haber kendi başına derdini kendi kendine anlatır ya da ağlatır ya da bilmediğim bi şey yapadururken o kadın, ben onun karşısında,maddenin üç fazını aynı anda yaşarken,eriyip akarken,buharlaşıp uçarken...


bir araba durdu ani bir fren ve........... ''sedye yok mu?''

siyah kapı aralandı,kucağında bir kadın-yarı baygındı-esmerden bir adam çıktı.omuzları çökmüş... müydü???


bu kadar yeter derrcesine elimden düştü sigaram. bir ayakkabı darbesiyle son buldu ateşli tango. kalktım,etrafıma bakmadan yukarı çıktım.daha fazlasını görmeye tahammülüm yoktu.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

keske bir kitaptan yapilan bir alinti olsa da bu yazi, gidip hemen bulsam alsam onu kana kana okumaya devam etsem...
temennim o ki; hep yanimda kal, ilelebet benimle ol o "darmadagin ve insanin icini daraltan odada" varligindan bile usanmis her islemini homurdayarak yapan bilgisayarin tuslarina dokunan guzel ellerin sahibi...