17.10.2008

adanada olağan bi gün

yarın istemeye gelecekler. nişan takılacak. kuaföre sabah giderler. bugün de ayakkabı almaya gidecek çocuklar....
iki yakın arkadaş, hep benzetilen. kardeş sanılan iki yakın dost. aynı çocukluğu aynı gençliği yaşamış. aynı eğitimin çilesini çekmiş iki genç doktor. hayata yeni atılan...
damla,yarın nişanlanacaktı. ben evlenmicem diye ayağını yere vuran çocuk halleri geldi münevverin aklına. canı kadar sevdiği arkadaşının gözlerine baktı, yüreği sımsıcak bi anne şefkatiyle doldu. biraz hüzün bulaşmış kocaman bi gülümsemeyle saçlarını okşadı damlanın.
damla geldiğinde münevver bilgisayarın başında açıklanacak kadroları bekliyordu. mecburi hizmet kurasına girecek, türkiyenin kimbiliir neresine gidecekti. damlaysa uzmanlık sınavından güzel bi puan almış, tercihlerini -izmir ağırlıklı- egeden yana kullanmıştı.

akdenizin tuzundan uzakta yaşıyamazsın sen dedi münevver gülümseyerek arkadaşına.

hiç ankara yazmıcak mısın?
ankara yazsam da gelmez, hem zaten hiç sevmiyorum ben bu şehri. bunu konuştuklarında ankarada bahçelievlerin dar sokaklarında yürüyorlardı. aylardan ağustos olmasına rağmen hava serinceydi.

evet bu kadar terleyemiceem için cidden çok üzülüyorum dedi damla. iki arkadaş birbirlerine bakıp güldüler .aylardan ekim olmasına karşın hala çok sıcak olan ortaokuldan beri yürüdükleri otobüs yolunda kol kola girip arada bir terleyen kollarını üfeyerek.

damlaya ayakkabı, münevvere adliyeden temiz kağıdı almaya gidiyolardı. hayatlarının her dönemecinde diğerinin izi mutlaka vardı. şimdiki gibi.

işlerini halledip bi kafeye oturdular. gazipaşa diye bilinen işlek caddenin bitiminde başka bi ana caddeyle bağlantı noktasında, tam köşede, ağaçların arasında. aslında çok eski bi büfenin ki kendisi şehrin ismiyle beraber anılır, yola koydukları bi kaç plastik ama geniş ve rahat masa ve sandalyeden ibaret bu küçük ve sevimli yerde sohbete daldılar. evlilik, mesleğe başlama heyecanı gibi ciddi mevzuların eşiğinde olduklarını unutup herzamanki lise talebesi hallerine bürünmüşlerdi. yan taraftaki fotoğrafçının astığı komik gelin damat fotoğraflarına bakıp yorumlar yapıp kahkahalar atarken korkuyla arkalarını döndüler. tuhaf sesler ve çığlıklar gelen kafenin içine baktılar. anlaşılan birileri kavga ediyordu. fakat sürekli bi gürültü ve ses olmasına rağmen hiç bi şey anlaşılamıoydu. sonra kavga eden muhtemelen lise üniformalı kızlı erkekli bi genç grubun -tamamının- dilsiz olduğunu farkettiler. işaret diliyle kavga ediyolardı. birbirlerine vurmak için durdukları tek an heralde dilsiz küfürler savrulan anlardı. dilsiz alfabesinde de küfür varmıymış diye düşündü münevver elindeki portakal suyunu masaya bırakırken. ortalık biraz sakinleşip tekrar her masa kendi dünyasına dönmüştü ki, iki bina yandan yeniden sesler yükselmeye başladı. kafeden çıkıp gittiklerini sandıkları grup meğer hala ordaymış. ve her neden se kavgaya iştirak edenlerin sayısı bi hayli artmış. kalabalıktan biri okkalı bi küfür savurdu. bunu büfeden elinde dev bir bıçakla dışarı fırlayan bi genç izledi.ortalık karışmıştı. masalar itiliyor, biri sandalyeyi almış bi başkasını sırtına vuruyordu. damla elinde telefon,155i ararken bıçaklı gence doğru bağırmaya başladı. noluyo ya,hemen bıçağa sarılmalar falan. her zaman deli cesareti yüzünden kızılan münevver bu sefer korkudan kısılmış bir sesle damlayı kolundan çekiştiriyordu. sus damla manyak mısın? hadi gidelim burdan. içtikleri portakal suyun parasını ödemek için döndüğü gencin elindeki bıçağı görünce şaşkınlığı iyice artan münevver elindeki parayı tezgaha bırakıp damlayı kolundan tutup çekiştirmeye başladı. hadi damla gidelim burdan nolur. tam o sırada gelen polis bezgin bi yüz ifadesiyle araban indi. damla bağırıyodu hadi çabuk olsanıza elinde bıçak var.dalga geçtikleri fotoğrafçı vitrinini dönüp olan biteni arkalarında bırakmak için hızlı adımlarla yürdüler. bi süre olayın kritğini yapıp, daha bi kaç hafta önce damlanın sağlık ocağında yaşadığı silahlı kavgayı konuştular. damlanın alışıyosun bi süre sonra dediği anda münevver aniden durdu. ben boya alıcam diyerek yanlarında duran kocaman kitapçıya daldı.2 yeni renk seçip dolanmaya başladılar. münevverin dikkatini bi rafta duran tuhaf bi paket çekti. damla o ne be öyle helva gibi dedi. elinde tuttuğunu oyun hamuru olduğunu anlayan münevver yaa helva canım dedi. damla hala nolduğunu anlamadığını söyleyince münevver her zamnki gıcık alaycı yüz ifadesini takıp bilmiş bi ses tonuyla un dedi. un.
sonra rafların arasından yeni bi kahkaha balonu patladı. güldükleri yapılan bu iğrenç espri değildi. güldükleri bunun espri olmamasıydı. damlanın helvasıyla dalga geçmek için ağzından çıkacak oyun hamurunun yerine un demesiydi. üstelik bunu farketmemişti. yıllardır birbirlerini tanıyan iki dostun olanı anlamaları için konuşmalarına gerek kalmamıştı. kasaya doğru yönlendiler.
damla _acaba kasada kredi kartı geçer mi?
münevver_hayır fiş geçer...
bu diyaloğun üzerine damla münevverin az önceki olaydan sonra ayarının bozulduğunu söyleyip kitapçıdan çıkardı. ertesi gün buluşmak üzere kararlaştırıp hastaneler dolmusuna bindiler.

Hiç yorum yok: